Ökkeş Ağaoğlu EKREM İmamoğlu ile uğraşmak nasıl büyük bir hata ise, aynı şekilde siyasi geçimsizliği bu kadar su yüzüne çıkarmak da hata... Ama gelin bunu hükümete anlatın anlatabilirseniz. Onların kafalarında sadece siyasi huzursuzlukları kaşımak yok... Bunun yanında İstanbullu'yu cezalandırmak da var... Çünkü demokratik kanunlarla belediye başkanı olan bir şahsın siyasi duruşuyla... Kişisel becerileriyle... Halktan aldığı güçle uğraşmak, hiçbir hükümete yakışmaz... Hatta yarar da getirmez. Ama gelin görün ki hükümetimiz bunu yapıyor. Yaparken de her türlü hakareti elden bırakmıyor. Oysa hükümet, mağdur olan kim olursa olsun... Üstelik bu bir belediye başkanı da olsa onun hak ve hukukunu korumakla görevli olması gerekir. Bunu yasal olarak ele alması gereken de yine hükümettir. Yani yasal yol Anayasa kanunlarından geçmektedir. Danıştay, Yargıtay, Sayıştay ise demokratik kanunlarda olmazsa olmazlardır... Ve bunun yanında hak - hukuk - adalet kavramlarını hayata kuşkusuz geçirecek olan da yine hükümetimizdir. Peki bunlar yapılıyor mu?.. Asla yapılmıyor... Hatta verilen cezayı az bularak İmamoğlu'nu yıllarca hapis yatırmanın özlemi çekiliyor. Hiç böyle şey olur mu?.. Ama maalesef oluyor... Hele ki burası Türkiye ise, bunun olmaması için hiçbir neden yoktur. Ama bir neden var elbette ki... O da hükümetin seçimdeki alacağı oyu şimdiden hesaplama olayıdır... Hükümet dışında hiçbir siyasi parti bu yapılanların arkasında durmamıştır. Durmazda. Ama tabii yandaşları da buna eklerseniz, konu maddiyata dayandığı için destekçisini hemen yanı başında bulacaktır hükümetimiz.
BİR HÜKÜMET YETKİLİSİ, EKREM İMAMOĞLU İÇİN, (SEN YURT DIŞINDA ÜLKENİ Mİ ŞİKAYET EDİYORSUN) DİYE FIRÇALARKEN, AYNI SÖZÜ KENDİ İÇİNDEN YETİŞMİŞ VE HATTA AKP'NİN KURUCULUĞUNU YAPMIŞ ŞAHSİYETE HER NEDENSE SÖYLEMİYOR... NEDEN?.. İLK ÖNCE BU SORUNUN CEVABINI VERSİN DE ONDAN SONRA İMAMOĞLU'NA SORULAR YÖNELTİLSİN... Biliyorsunuz ki her şey Ekrem İmamoğlu'nun bir yurt dışı gezisi sonrasında alevlenmişti.. Hükümet yetkilisi, İmamoğlu için, "Avrupa Parlamentosu'na gidip, Türkiye'ye gidip şikayet eden ahmağa söylüyorum. Bunun bedelini bu millet sana ödetecek." demişti. Ve böylece siyasi geçimsizlik bu söz üzerine bina edilerek İmamoğlu'na siyasi yasak getirilmesi için yoğun çaba harcandı... Oysa hükümet halka çok ağır ifadelerde bulunurken ve bunlar kaale bile alınmazken... İmamoğlu'nun sözü çok ciddi olarak ele alındı ve derhal hukuk işletilmeye çalışıldı. Sonuç olarak da hem siyasi yasak ve hem de hapis kararı çıkıverdi... Peki niye?.. Bu kadar çaba ve bu kadar efor sarf etmek niye?.. Bu soruyu herkes soruyor... Hatta AKP içindeki siyasetçiler de soruyor... Hukukçular ise ağır suçlarla ve ağır ithamlarla hapis yatırmak istedikleri İmamoğlu'nun kullandığı söz için bakın ne diyor: "Biri bir başkasına (ahmak) dediği zaman, bağlam içinde bunun bir (tespit) mi, yoksa (hakaret) mi olduğunu ayırt edemeyen kişiye (ahmak) denebilir; caizdir" diyor... Bunu biz değil, hukukçular söylüyor... Mesela Yargıtay, mahkemenin vermiş olduğu kararın hukuka uygun olmadığı, delil takdirinde yanılgıya düşüldüğü, eksik araştırma veya hukuka uygun olmayan bir delil ile hüküm kurulduğu gibi nedenlerle birden fazla nedene dayanarak hükmün bozulması yönünde karar verebilir... Tabii bunun yanında Yargıtay, temyiz incelemesi esnasında ceza hükmünü onaylayabilir, bozabilir ya da mahkumiyeti kaldırarak beraate hükmedebilir. Yargıtay'ın temyiz incelemesinde beraat hükmü vermesi sınırlı sayıda sayılmış hâllerde söz konusu olabilir. Bekleyip göreceğiz... Bir zamanlar geçmişte Abdullah Gül de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne Türkiye'yi şikayet etmişti... Ve cezalandırmıştı da üstelik... Dava konusu olan siyasi reklamdı... Abdullah Gül'ün 1995 yılında İngiliz gazetesine verdiği demeçte, "Biz kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz" ifadesini kullandığı ileri sürülmüş, Gül ise bunu reddetmişti. Ama bu sözü ne kadar söylemediğini savunsa da, Abdullah Gül'ün aynı yıla rastlayan ve gazetelere manşet olan şu sözünü "Ben böyle bir şey demedim" diyebilir mi?.. Refah Partisi Genel Başkan Yardımcılığı döneminde ne demişti Gül?: "Cumhuriyet döneminin artık sonu geldi! Seküler sistem başarısız olmuştur ve biz bu sistemi kesinlikle değiştirmek istiyoruz!" demişti... Gül ile röportaj yapan İngiliz gazeteci, 2007'de Hürriyet’e konuşmuş, "Gül, ‘Laik devleti yıkacağız’ demedi, fakat inkar etse de, ‘Cumhuriyet döneminin sonu gelmiştir’ ifadesini aynen kullandı" demişti. Ve bu o dönem gazetelerde manşet olmuştu. Acaba bugün hükümet içinde yer alan ve demokrasiyi savunuyoruz diyenler, bu olay üzerine o zaman bir tek kelime etti mi?.. Bugün "Abdulah Gül Türkiye'yi AİHM'sine nasıl şikayet edebilir?.." denildi mi?.. Hayır... Bunu da kamuoyuna bırakalım.
AÇLIK VE SEFALET ÜLKE İÇİNDE KOL GEZİYOR... HEMEN HEMEN BÜTÜN EVLERDE RAHATSIZLIK VE HUZURSUZLUK HAKİM İKEN, ASGARİ ÜCRETİN TESPİTİ UZATILIRKEN, YAŞAMSAL KOŞULLAR AĞIR GELİRKEN... AİLELER BİR TÜRLÜ MUTLU OLAMIYOR. OYSA VERİLEN ZAMMI BİR KİŞİYE DEĞİL, O BİR KİŞİNİN BİR AİLE BESLEDİĞİNİ DİKKATE ALARAK ZAM YAPILMALI... Sanki açlık Türkiye'nin kaderiymiş gibi bir konuma getirildi... Oysa açlık ve sefalet bu yüzyılda çok gerilerde olması gerekir(di)... Ama olmadı... Peki "Neden olmuyor?" diye bir soru sorarsanız karşılığını hemen şu şekilde görür: "Acımasız siyaset..." İşte bu her hükümetin başına gelecek nitelikle bir olay değildir... Aksine hükümetler, halkı memnun ettikleri müddetçe başta kalırlar ve tarihe de geçerler... Oysa bizde tarihe geçişler hep yoklukları yaratanlar oluyor... Açlıkları körükleyenler... Borçlar içinde halkı inim inim inletenler olarak geçiyor... Neden biliyor musunuz?.. Sağ - Sol davası yüzünden... Bizde halâ muhafazakârlığın sağcı olarak geçindiği... Ama bir o kadar da binlerce yıla geri dönmenin özlemini ve hayalini kuranlar olarak anılıyor... Zaten sarıklı, cübbeli, modern görünümün dışında olmanın laikliğe karşı gelmenin bayrağını açanlar olarak görünüm kazandığı için sağ görüşlü parti her zaman geçmişi kaşıyarak kendini daha yapıcı görüyor... Aynı şekilde de sol'a yönelik anlayışla sosyal demokrat anlayışa ağırlık veren partiler de, sağ'ın karşısında duruyor ve her ikisi arasında amansız bir yönetim hırsına dönüşüyor..Onlar hırslarıyla mücadele edile dursunlar, halkımız unutulmuşluğun ve fakirliğin tuzağına daha çok düşerek hayatı kötü yaşamaktalar... Bu kötü yaşama mahkûm olan halkımıza verilen vaatlerin ise hiçbiri tutulmuyor... Hem sol ve hem sağ partiler sistem farklılığı içinde sistemsizliği hareketlendirerek halkı inim inim inletiyor... İşte tam da burada Asgari Ücret'e mahkûm edilen çalışan sınıfların hepsi sürekli 1 yıla sığdırılan zamlı dönemlere esir ediliyor... Ve o bir yıl içinde yapılan zamlar ülke içinde büyük yokluklara neden oluyor. Bugün 8 ile 8 bin 500 arası zam yapılacak diye çalışan kişilere adeta zarf atılıyor... Yani nabız yoklaması yapılıyor... Oysa Açlık ve Yokluk sınırının çok altında kalan bu rakamın üzerine 2 bin lira daha gelmesi aciliyetini koruyor... Onun içindir ki açlık ve sefalet içinde geçen yıllara karşı verilecek olan zammın tarihe geçmesi için düşünülse, her şey hallolacak... Tabii çalışanların beklentisi her yıl eritilerek devam ediyor...