Gazetecilere polis şiddeti ve Türk kadınına hakaret

Gazetecilere polis şiddeti ve Türk kadınına hakaret

Ökkeş Ağaoğlu

 

BASINA şiddet konusunu incelemek için tarih kitaplarına ve arşivlere bakıldığında önünüze hemen Abdülhamit devrinde yaşananlar gelir. Hatta gelmeli... Bugünkü basın üzerinde baskı şiddetin aynısı (hatta daha da fazlası) Abdülhamit zamanında kat kat yaşanmıştı. Daha doğrusu aydın kesimin keskin kalemleri Osmanlı devrinde de pek sevilmezdi. Bu sevimsizliğin aynısı Abdülhamit zamanında çok şiddetli bir şekilde yaşandı.

Evleri basmak... Kişileri sürmek... Gazeteleri kapatmak... Toplantıları yasaklamak... Tabii bu gazeteleri ve toplantıları da önceden saraya ulaştıran curnalcilerin (yani gönüllü sansürcülerin) varlıklarına şahit olmak acı gerçeklerdi... İşte ne olduysa, bu kişilerin, halkın haklarını tanımamasından yola çıkılarak “saraya şirin gözükmek” için kendini paralayan gazeteciler gerçeğine şahit oluyorsunuz... “Verdikleri hizmetlerin karşılığı padişahtan nasıl ödül aldıkları da rahat hareketlerinden belli olurdu – Ki, bu ve bunun gibi curnalci sansürcülerin gönüllü (yeni dilde jurnalcilikleri) – tarih kitaplarında ve arşivlerde rafları süslemektedir. Her ne kadar basınla ilgili sansürlerle dolu ilk “Nizamname – yani tüzük” Abdülaziz devrinde yayınlanmışsa da, bu İkinci Meşrutiyet devrinde çıkarılan Matbuat Kanunu’na kadar yürürlükte kalmıştır. Bu konuda Ali Paşa Kararnamesi çok meşhurdur. Bu kararnamede basın öylesine köşeye sıkıştırılmıştır ki, kanun ve tüzükleri hiçe sayan... Onların üstünde bir devlet gücüne sahip olan bu kararname ile yazılı basın köşeye sıkıştırılmıştır. Daha doğrusu eli – kolu bağlanmıştır. Bu da şunu gösteriyor ki, hükümetler kendisini eleştiren basını sevmez... Ve hiçbir zaman da sevmedi. Bu Osmanlı’da da böyleydi... Bugün de böyle... Ama yarın böyle olmamalı.
 

GAZETECİLERE POLİS ŞİDDETİ SANSÜRÜ DESTEKLEMEK OLUYOR... HELE Kİ GAZETECİLERİ KÖŞEYE SIKIŞTIRMAYA ÇALIŞAN POLİS, ELİNDEKİ KAMU YETKİSİNİ AŞIRI DERECEDE KULLANARAK VATANDAŞ – GAZETECİ DEMEDEN BASIYOR BİBER GAZINI VE KELEPÇEYİ... Geçmişten bugüne kadar gelen zaman içinde gazeteciler hep öcü olarak görülmekte... Oysa gazeteci Anayasal haklara sahip olan... Sadece ve sadece kamu için çalışan... Ama bu çalışmalarıyla hem hükümete ve hem de muhalefete yapması gerekenleri... Ve yapılmayanları tek tek hatırlatan bir hizmet dalı... Ne yazık ki basın, dün olduğu gibi bugün de hiç sevilmedi... Bundan sonra da sevileceği düşüncesini maalesef taşıyamıyoruz... Neden mi?.. Baksanıza dünkü olaylara... Bir anma programı yapılacak, hemen orada onlarca polis beliriyor... Bir basın bildirisi okunacak, polis yine orada... Gazeteciler görevini yapacak, yapmaması için elinden gelen her şeyi yapan ve şiddeti uygulayan polis yine orada... Hele ki iktidara muhalif olan (yani muhalefet ederek doğru olan ve olması gerekeni söyleyen – yazan) basını durdurmak isteyen yine polis... Böyle şey olur mu?.. Öyle demeyin... Burası Türkiye ise, burada her şey olur... Olmazsa şaşarız zaten... Ama iktidardan yana iseniz... Onun kalemini kullanırsanız size her şey serbest. Oysa muhalif gazetelerin yazılarını baz alarak demokratik kanunları Anayasal haklarla bütünleştirerek... Halkın haber alma özgürlüğünü daha geniş kitlelere ulaştırmayı başarabilen bir iktidar, her zaman seçimi kazanır. Ama nedense bu böyle yapılmıyor... Yapılmadığı gibi de, sansür üstüne sansür uygulanıyor. Bu şartlarda basın çalışabilir mi?.. Elbette çalışamaz. Ama Türk basını (tabii belirli olan ve parmakla sayılan) özgür basın yine de görevini yapmaya çalışıyor. Çalışacak da... Ne kadar biber gazı yese de... Ne kadar köşeye sıkıştırılsa da... Ne kadar “Sen bizden değilsin” diyerek aşağılansa da... Özgür basın her zaman meydanlarda, sokaklarda, caddelerde ve her yerde olacak. Olmalı da...

GEZİ NEDENİYLE ÇİRKİN SÖZLERİ SÖYLEMEK, TÜM TÜRK KADININA SÖYLENMİŞTİR... HELE Kİ BUNU TAM DA SEÇİMİN YAKLAŞMASINDA SÖYLEMEK DOĞRU OLMAMIŞTIR... ÇÜNKÜ ANKETLERE YANSIYACAK OLAN BU SÖZ İKTİDARIN OLAĞANÜSTÜ OY KAYBINA NEDEN OLACAK... AKP liderinin kadınlara kullandığı sözün yanlışlığını “Ben dini bütün bir nesil yetiştireceğim diyen” kişiye Hazreti Muhammed’in şu sözlerini hatırlatmak yerinde olacak: 1) – KADINLAR HAKKINDA BİRBİRİNİZE HAYIR TAVSİYE EDİNİZ... 2) – ALLAH SİZDEN, KADINLARA KARŞI İYİ VE HAYIRLI OLMANIZI İSTER. ÇÜNKÜ ONLAR (KADINLAR) SİZİN ANALARINIZ, KIZLARINIZ VE TEYZELERİNİZDİR... 3) – SİZİN KIZ DİYE HORLADIĞINIZ BU SEÇKİN VARLIĞI BEN, OMZUMDA TAŞIYIP BAŞ TACI EDİYORUM...” Ve Mustafa Kemal Atatürk'ün kadınlarla ilgili şu muhteşem sözü nasıl unutulabilir?: "EY KAHRAMAN TÜRK KADINI, SEN YERDE SÜRÜKLENMEYE DEĞİL, OMUZLAR ÜZERİNDE GÖKLERE YÜKSELMEYE LAYIKSIN... DÜNYADA HERŞEY KADININ ESERİDİR... KADINLARIMIZ EĞER MİLLETİN GERÇEK ANASI OLMAK İSTİYORLARSA, ERKEKLERİMİZDEN ÇOK DAHA AYDIN VE FAZİLETLİ OLMAYA ÇALIŞMALIDIRLAR..." Bugün İslamiyete aşırı derecede kapılan... Nas sözcüğüyle ekonomiyi dibe vuran... Kızlarımız ve kadınlarımız hakkında da aşağılayıcı dil kullanan(lar) ne Peygamberimizin ve Atatürk'ün güzel sözlerinden nasiplenmiştir... Ne de Türk’ün asil kadınlarına hizmet etmeyi görev bilmiştir... Öyle ki Atatürk düşmanlığıyla bezenmiş ve çürümüş bir Osmanlı İmparatorluğu’nu hortlatmak isteyen zihniyet, aşırıya giderek Türk toplumuna hakareti CHP üzerinden vurgulayarak konuyu hafifletmeye çalışmıştır. Oysa o jurnalci gazeteci kılıklı kalemini satan köşe yazarlarına şunu söylemek gerekir ki, CHP ile olan siyasi lafların hepsi ya Meclis’te oluyor... Ya da basın aracılığıyla yerini buluyor... Oysa kalemini satan bu kalemşörler CHP liderinin Meclis’teki el hareketine yönelik bu küfürün denk geldiği yönünde bir yakıştırmayla küfürün arkasında duruyor... İnsan bu kadar beyinsiz olabilir mi?.. CHP lideri orada AKP ile sözlü tartışmaya girdiğinde ve o el hareketini yaptığında Meclis Başkanı’nın ve cezai müeyyidelerin devreye girerek uyarı niteliğinde bir yasal ceza vermesi mümkünken, bunu bugüne taşıyıp da Türk kadınına yapılan hakareti normalleştirmenin neresi doğru?.. Neresi gazetecilik anlayışına sığar?.. Aksine muhafazakâr kanat Meclis’te yapılan hataları yerine göre ayırır... Eleştirisini ve dozunu artırmadan siyasal görüşünü yapar... Ve sakin bir üslupla iktidar olmanın güzelliğini millete yansıtır... Öyle olmalıdır... Ama gelin görün ki bugün bu yapılmıyor... Herkese hakaret etmenin bedelini CHP yüzünden diyerek Kılıçdaroğlu’na yüklüyor. Böyle şey olur mu?.. Tabii ki olmaz... Hatta olmamalı...

AMA NE OLURSA OLSUN HALKA YÖNELİK KULLANILAN KÜFÜR HEM SEÇİMİ KAYBETTİRİR, HEM DE SİYASETİ... HELE Kİ EKREM İMAMOĞLU VE CANAN KAFTANCIOĞLU ÜZERİNDE OYNANAN SİYASİ OYUNLARIN MAYASI TUTMAYACAK... TUTSA BİLE ONLARI DAHA DA YÜCELTECEK... Siyasi liderlerin birbirine 10 soruyla görüş alışverişi yapmaları gayet güzel... Hem de çok güzel... Bu şekilde vatandaş da kimin nasıl düşündüğünü... Kimin doğru siyaset yaptığını... Kimin ülkesiyle ilgilendiğini daha rahat anlayabilmekte... Gönül isterdi ki iki liderin bir televizyona çıkarak 10 soruyu birbirlerine sorarak medeni şekilde tartışmalarını şahit olmayı... İşte bu sorular zincirinin arifesinde Canan Kaftancıoğlu’nu mahkemeye vermek... Ekrem İmamoğlu’nu da aynı davalarda eşit tutarak mahkemede duruşma salonuna getirtmek... Ve arkasından da CHP ile uğraşmak pek siyaset olmuyor... Bu, başlı başına“Acaba İstanbul’u nasıl geri alırım?”a dönüşüyor... Ki bunlar ne siyasi anlayışa doğru gelmekte... Ne de politik manada İstanbullu’ya her şey açıklanabilmekte... İktidar partisi İstanbullu’ya hiçbir şey açıklayamaz... Açıklaması için, önce İstanbul Belediye Başkanı’nın otobüslerin yurt dışından içeri alınması için üst makamın neden imza atmadığı açıklanmalı... Bu açıklanabilir mi?.. Hayır. Açıklanamaz, çünkü İstanbul seçimini kaybeden iktidar “topal ördek” benzetmesiyle o günden bugüne Ekrem İmamoğlu’nun elini – ayağını bağla siyaseti yürütmüştür. Ama bu bir yerde bitecek... Ne zaman mı?.. Tabii ki genel seçimde... İşte o tarihe kadar bugün yapılanlar ve ileriki tarihlerde yapılmak istenenlerin hepsi yanlış politikalardır... İktidar kişilerle değil, ekonomiyle savaşsa... Gençliğe umut verse... Halka huzur getirse daha yerinde olmaz mı?.. Olur elbette. Ama bunu düşünen kim?.. Varsa da – yoksa da İstanbul... Nereye kadar?.. Tabii ki seçimde tuş oluncaya kadar.