Milliyeti bu hale düşüren İkitelli zihniyeti utansın

Milliyeti bu hale düşüren İkitelli zihniyeti utansın

Ökkeş Ağaoğlu

BUGÜN arkadaşlarımız, gazetemizin kuruluş yıldönümünü saf ve temiz duygularla ve resimlerle andılar... Sosyal medyada da paylaştılar... İyi güzel de gazetemizin bugünkü içler acısı durumunu neden masaya yatırmazlar?.. Bunu neden kimse konuşmaz?.. Hatta gazetemizin aydınları dediğimiz mürekkep yalamış yazarlar takımı (hatta eskisi ve yenisi) neden gündeme getirmezler?.. Gazeteyi methederken çok mu iyi yapmış oluyoruz?.. Hayır, aksine gazetemize kötülük ediyoruz... Çünkü bugün gazetemizin yanlış ve gereksiz politikalarla neredeyse dijital gazeteciliğe hızlı adımlarla giderken... Kapısına kilit vurulmak üzere... Yani İkitelli'deki gazetenin kapısı bir zaman sonra o kapanacak... Ve gazetemiz dijital ortama dönecek... Neden biliyor musunuz?.. Aydın Doğan'ın gazeteye gereksiz kişileri yığdığı için... Neden biliyor musunuz?.. Her sene genel yayın yönetmeni değiştirdiği için... Neden biliyor musunuz?.. Yeni atanan genel yayın yönetmenini çaktırmadan (patrona en yakın olan) eski genel yayın yönetmenleriyle denetlettiği için... Neden biliyor musunuz?.. Gazeteye yağcılar takımının üşüştüğü için... Neden biliyor musunuz?.. Milliyet'in eski kemikleşmiş çalışanlarıyla yeni işe alınanlar arasındaki maaş uçurumunun yaratıldığı için... Neden biliyor musunuz?.. 90 yılında Kemal Kınacı denen kasabın gazeteye özel olarak getirilip Taşeron Sistemini yarattığı için.. Neden biliyor musunuz?.. Her işçi atılmasında patronun bir bahane yaratarak yurt dışına kaçıp, işçinin yüzüne bakamadığı için... Neden biliyor musunuz?.. Aydın Doğan'ın gazeteyi aldıktan sonra bizleri yemekhanede toplayıp (Merhaba arkadaşlar... Sizlerin sayesinde Hürriyet gazetesini aldım... Maaşları ikiye katlayacağım) sözünü verdiği için... Neden biliyor musunuz?.. Star gazetesini kendine rakip görüp, AKP hükümetine aşırı derecede destek vererek her gün Star gazetesini manşet yaptığı için... Daha bunlar gibi yüzlerce başlık sayabilirim. Ama gelin görün ki aydın dediğimiz mürekkep yalamış (bazı) gereksizler takımı, gazetenin dibini oydu... Milliyet'i milliyetlikten çıkardı(lar)... Hem de ne çıkarmalar... Örnek mi istiyorsunuz?.. Her gelen genel yayın yönetmeni gazetenin okuyucularının gazeteyi neden ve niçin aldıklarını araştırma tenezzülünde bulunmadılar. Hatta her şeyi unutarak sadece patrona şirin görünmek adına çeşitli uygulamalar getirmeye çalıştılar... Babıali'de bulunan diğer gazetelerin hiçbirinde Milliyet dengesi yoktu ve bu dengeye sahip çık(a)madılar... Aksine Milliyet çalışanları işlerine bağlılıklarını her zaman gösterdiler... Çünkü çalışanlar gazeteye ve işine aşıktı... Çünkü Milliyet okuru gazetesini her zaman takip ederdi... Milliyet en çok arka sayfadan okunurdu... Yani Spor sayfasından... Gazetemiz bu özelliğiyle tiraj rekoru kırardı... Ama ne yazık ki gazeteye dışarıdan atanan yeni genel yayın yönetmen(leri) Spor'u arka sayfadan çıkararak içeri aldı... Ve bu, gazetenin intiharı oldu... Bizler bu yanlışı ne kadar dile getirmiş olsak da bizi kimse dinlemiyordu... Oya, daha önceki Milliyet kuruluş yıldönümlerinde rahmetli Halit Kıvanç yaptığı bir konuşması vardı. O konuşmada, "Milliyet makas gazetesi değildir... Milliyet fikir gazetesidir" diyerek bol alkış toplamıştı... Ve ne yazık ki Haliç Kıvanç'ın o güzelim konuşmasına inat gazete makas kullandırmaya (yani kuponla tencere tava ve çocuk oyunları) dağıtmaya başladı... O zamanki bu tencere tava açlığı gazetenin kemikleşmiş okuyucusunun kaybolmasına neden oldu... Ve Milliyet, tıpkı Osmanlı'nın son 200 yıllık çöküşü gibi o devreye giriverdi... Peki bunu gören var mıydı?.. Vardı elbette ama dinleyen kim ki!.. Tirajlar artış gösterdiğinde yalaka takımları buna çok sevinmişti... Oysa yanlışları, tencere tava dağıtarak okuyucunun gazete okuduğu algısına kapılı verilmişti... Bu hata daha sonraları bütün medya kuruluşlarına dağıldı... Artık gazeteler gerçek haberlerle halka gitmeyi amaçlamıyordu... Kim daha çok kupon ve ilginç mutfak ve ev gereçleri verirse o gazete daha çok satıyor algısıyla gazeteler yönetilmeye başlandı... Peki bu günleri görebilen bir genel yayın yönetmeni var mıydı?.. Hayır, yoktu... Hatta zerresi yoktu... Zaten olsaydı, hem Spor sayfasının arka kapağa tekrar konulması için çalışırdı... Ve hem de Milliyet'i kupon dağıtan gazete olmaktan kurtarırdı... Böyle bir beyin hiçbir zaman gazeteye gelmedi...

GAZETENİN ÇÖKÜŞÜ, ABDİ İPEKÇİ'NİN RESMİNİN YEMEKHANE KOYMA CAHİLLİĞİYLE BAŞLADI... Gazetemiz daha Cağaloğlu'ndayken rahmetli Abdi İpekçi abimizin resmini gazetenin en üst katına, yemekhaneye astılar... Hiç utanmadan ve sıkılmadan da pis pis sırıtarak gazetecilik yapıyoruz havalarına girdiler... Oysa Abdi İpekçi abimizin resmi çoğaltılarak Yazıişleri'ne ve aynı şekilde Genel Yayın Yönetmeni odasına asılmalıydı... Bu yapıldı mı?.. Hayır... Neden yapılmadı biliyor musunuz?.. Aydın Doğan'a yakın yalaka takımının ön plana çıktığı için... Daha doğrusu hem Spor sayfasını arka kapaktan çıkaran... Hem tencere - tava kuponu veren... Ve hem de Abdi İpekçi abimizin resmini yemekhaneye asan çapulcu takımı gazetenin intiharını hazırlamıştı... Ama bunu gören yoktu... Bir tek kişi görmüştü... O da Nail Güreli ve Sami Kohen abimizdi... Onlarla derinlemesine bu konuyu konuşmuştum... Bu hatalar yetmiyormuş gibi bir de gazeteye muhafazakar görüşlü bir yazar alınmasını dile getirmeye çalışan birkaç ayak takımı gazeteci bozuntusu vardı... O kişiler muhafazakar bir yazarın alınmasını şöyle değerlendiriyordu: "Milliyet eğer bir veya birkaç tane muhafazakar görüşlü yazar alırsa o zaman sağ görüşü destekleyen ilanlar gazeteye gelebilir" havasıyla gazetenin kalbine hançeri sokuverdiler... Bu yazar takımı alındı, peki sonra ne oldu?.. Gazeteye ne ilanlar akış yaptı, ne de tirajda bir değişiklik oldu... Gazete olduğu yerde saymaya devam ediyordu...

MİLLİYET GAZETESİNİN PATRONU GAZETECİ DEĞİLDE TÜCCAR OLURSA, İŞTE GAZETE BUGÜN BU HALE GELİR... Gazetemizin Genel Müdürü rahmetli Yekta Okur abimizden sonra gazetede bir değişiklik olmaya başladı... Bir arada Erhan Gürcan (Paşa) abimiz gazetemizin genel müdürüydü... Onunla yaptığım bir sohbette servislerin içler acısı kadrolaşma durumlarından yakınmıştı... Hele ki patronun adamları olduğu için onlara dokunamadığını söylemişti... Yani gazetenin tepesinde alınan yanlış kararlar aşağıya doğru indiğinde Milliyet'in dibini oyuyordu... Tabii bunun farkına varanlar da sevilmemeye başlandı... Ve ardından gazetenin genel müdür sayısı 3'e, 4'e çıkıverdi... Ve her genel müdür ayrı telden çalıyor... Kimin ne yaptığı belli olmasa da, her konuya girmek istediklerinde birbirleriyle yarış yaptıklarını görebiliyorduk... Hatta içlerinde öyleleri de vardı ki, asık suratlı olmanın baskıcı görünümünü kendi vücuduna yerleştirmeye çalışan Yalçın Balcı, Milliyet'in duruşuna hiç yakışmıyordu... Ama onların göremedikleri bir şey vardı... O da, batışa sebep olan gelişmelerin ayak izlerinin yavaş yavaş gazetenin kapısından içeri girmesine sebep olmalarıydı... İşte bunlar tüccar zihniyetli (daha doğrusu Mahmutpaşa yokuşundan gelen) patronun beceriksizliğiydi... Ve gazeteye işçi kıyımı yapması için özel olarak getirilen Kemal Kınacı, Milliyet'in ruhuna hiç yakışmayan haksızlıklara başladı... Sonuç olarak gazeteye gönül veren onlarca arkadaşımızı işten çıkardılar... Hem de her türlü cinliği ve cahilliği yaparak...

KENDİNE FIRSAT YARATMAK İÇİN STAR GAZETESİNİN ÜZERİNE GİDERSEN, İŞTE SONUÇ BUGÜN GAZETELERİ ELİNDEN KAÇIRMIŞ OLURSUN... ÇÜNKÜ MAHMUTPAŞA KAFASI GAZETECİLİĞE UYMAZ... Bu arada aklımıza gelen şu oluverdi: Yahu düne kadar "Sizin sayenizde Hürriyet gazetesini aldım.. Maaşlarınızı ikiye katlayacağım" diyen bir patronun, Taşeron Sistemine ağırlık vererek söz verdiği Milliyet çalışanlarını kovmayı nasıl içine sindirebiliyor?.. Tabii bunlar gazetenin çöküşünü hızlandırmaya başlamıştı... Ve ardından Özal'izmi yaymak için gazete manşetini her gün taraflı olarak çıkarırsan, sonuç olarak kendi sonunu hazırlamış olursun... Çünkü Milliyet sosyal demokrat bir görüşe sahiptir... Siz Milliyet'i tencere - tava veren bir kuruma dönüştürürseniz... Siz Spor sayfasını arka kapaktan alıp gazetenin içine alırsanız... Kınacı gibi işçi düşmanını gazeteye getirirseniz... Her yıl ayakkabı değiştirir gibi genel yayın yönetmeni değiştirirseniz... Ve en önemlisi de, Cağaloğlu'ndaki Milliyet'in ruhunu İkitelli'de yaşatamazsanız (Ki yaşatamadınız) ve gazetenin kapısına kilidi vurmuş olursunuz... Hele ki kendi adına yarışmalar düzenleyerek bunu tarih akışına oturtmaya çalışırsanız bu hareketle hem Abdi İpekçi ve hem de Burhan Felek abilerimize ayıp etmiş olursunuz (Ki, Abdi İpekçi ve Burhan Felek yaşadıklarında bile onların ismine yarışmalar düzenlenmemişti...) Neden?.. Çünkü böyle bir şeye ihtiyaçları yoktu... Ama bir patron yaşadığında böyle bir şeye ihtiyaç duyması en büyük yanlışın habercisiydi... Ayrıca Milliyet'i ve Hürriyet gazetelerini havuz politikasıyla yönetmek de iki gazetenin çöküşünü hazırlamıştı... Oysa gazeteler havuz politikasıyla değil, adeta birbirleriyle yarışan ve manşetleriyle aynı şekilde devam eden gazeteler olsaydı, patron daha çok keyif alırdı... Ama bu kafa nerdeeeeeee?... Konuşacak o kadar çok konu var ki... Buraya yetmez...

İKİTELLİ'YE TAŞINDIĞI GÜNDEN İTİBAREN O GÜZELİM SAMİMİYETİ YOK ETMEYE ÇALIŞANLAR, 5. KATA ASANSÖRLE VE MERDİVENLE ÇIKMAYI YASAKLADILAR. İŞTE BU MİLLİYET'İN GELENEĞİNİ DE, GAZETEYİ DE ÖLDÜRMÜŞTÜ... Entelektüel bilgi birikimi olan ve hafızalarımıza kayıtlı o kadar yazarla çalıştık ki... Hemen hemen her birisinin ayrı bir özelliği, ayrı bir sosyal demokrat anlayışı vardı... Ve bizler bu insanların sırtladığı gazeteyi yıllarca devam ettirerek... Ve arkadan gelen diğerlerine bayrağı teslim ederek Milliyet'i yaşatacaklarına inandık... Ama ne yazık ki bu (bazı) yazarlarımızın pasifliğini... Patronun yanında durdukları için kendi fikirlerini beyinlerine kilitlediklerini ve söylenmesi gereken sözlerin hiçbirini dile getirmediklerini gördük... Bununla birlikte, Milliyet'in makas kullanan, kupon kesen ve Spor sayfasını arka kapaktan kaldırıp içeri alarak gazetenin idamını onaylayanlara karşı sürdürdükleri sessizlikleriyle gazeteyi sırtından hançerlediklerine tanık olduk... Ve bugüne geldik... Dün gazeteyi sırtlayan ve bugün sanki çok iyi iş yapmışlar gibi köşelerine çekilen (bazı) yazar bozuntuları yüzünden gazetemizin bugünkü içler acısı hale gelmesinde çok büyük etkileri vardır.... Bugün gazeteyi kutlayanlar, eğri oturup doğruları konuşarak Milliyet'in neden bugün kapanacak duruma geldiğini masaya yatırmalılar.... Aydın Doğan'ın siyasi olmayan fırıldak Mahmutpaşa ticari anlayışını ve yanındaki yalakaların hatalarını tek tek yazmalılar... Peki yazabilirler mi?.. Hiç sanmıyorum... Yazamazlar, çünkü halâ Aydın Doğan'ın, "Belki Babıali'ye (yani İkitelli'ye) döner" ümidiyle dillerini yutmuş vaziyetteler... Zaten parayı veren düdüğü çalar misali Aydın Doğan'ın bu şımarıklığıyla yola çıkması... Rahmetli Abdi İpekçi abimizin resmini büyük bir ayıpla yemekhaneye astırıp kendi adına yarışmalar düzenlemesi, ayıbı daha da katlıyordu... Bu şımarıklığın sebebi ise, Ankara'ya yakın olma hırsıydı... Bu, sadece devletin ihalesini kazanmak olarak düşünülmesin... Bu, siyasi kişilerin yakınlıklarını kazanmanın da, bir ihaleyi kazanmak kadar önemli olduğunu söylemek mümkün. Bu anlayışı gazetenin dışına taşıran patronlar, bugün Milliyet'in bu hale düşmesine neden oldu(lar)... Zaten o düşüş, İkitelli'de sırıtmaya başlamıştı... Nasıl mı?.. Cağaloğlu'ndaki serviler arasındaki samimiyet, Aydın Doğan'ın ve yalakalarının katkısıyla İkitelli'de yok edildi... İlk adım da 5'inci katın asansör ve merdiven çıkışlarının iptal edilmesiyle başladı. İşte bu, çalışanları derinden üzmüştü... Bizler "Milliyet bir okuldu" dedikçe, yalakalar işçilerle aralarına mesafe koymaya çalışıyordu... Hem de hiç utanmadan ve sıkılmadan... Yazıklar olsun... Bugün gazete can çekişiyor... Hiçbir kutlamayı da hak etmiyor desem yeridir...

SON OLARAK ABDİ İPEKÇİ'NİN ÖLÜM YILDÖNÜMÜ İÇİN BİR KUTLAMA YAPILMIŞTI VE ORADA 2 Şubat 2019 tarihinde, Abdi İpekçi'nin ölümünün 40. Yılında Demirören Medya Center’da düzenlenen "Gazeteci Abdi İpekçi" anma etkinliğinde anılmıştı... O gün gazetelere çıkan haber aynen şöyle yazılmıştı: "....Etkinliğe İpekçi'nin ailesi, çalışma arkadaşları, Demirören Medya yöneticileri ve çalışanları da katılmıştı... Düzenlenen anma etkinliğinde birçok isim konuşma yaparken Hürriyet Gazetesi Yazarı Ertuğrul Özkök’ün konuşmasında, Abdi İpekçi’nin arabası üzerinde fazla durması İpekçi'nin kızının tepkisini çekti. Özkök'ün konuşmasında kullandığı (Vay canına demek ki gazetecilerin de BMW arabası olabilirmiş) ifadesine Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi tarafından tepki gösterildi. Nükhet İpekçi “siz Aydın Doğan’la çalışan gazeteciler daha önceki dönemi çok anlayamazsınız” diyerek tepkisini dile getirdi... İşte bu doğru tespit bugünkü Milliyet'in içler acısı durumunu görmemize yetiyor da artıyor bile... Kısaca yazık oldu gazeteme, hem de çok yazık oldu...