Osmanlı, Gazeteci Mustafa Kemal'i tabii ki sevmez

Osmanlı, Gazeteci Mustafa Kemal'i tabii ki sevmez

Ökkeş Ağaoğlu

 

OSMANLI İmparatorluğu, sadece bir ailenin ismi üzerinden kurulmuş hanedanlık... Ve bu hanedanlık kendi içinde birbirine öylesine düşman yetiştirilmişler ki... Ne annenin... Ne babanın... Ne kardeşlerin... Ne torunların... Ne nenelerin... Ve ne de dedelerin ve babaların hayatları garantidedir... Hemen hemen her gün öldürülme korkusuyla yaşayan bir aile topluluğunun saray entrikalarıyla dolu geçen bir Osmanlı İmparatorluğu dönemi yaşanmıştır... İşte bu dönem içinde öyle padişahlar gelmiştir ki hemen hemen hepsinin elleri anne, baba, kardeş ve evlat kanlarıyla doludur... Birkaç tanesinin dışında öldürülmeyen... Boğazlanmayan... Tuzaklarla zindanlarda çürütülmeyen padişahlar yok gibidir... Neden biliyor musunuz?.. Hırs, hırs, hırs... “Ben ölmeyeceğim, sizi de yaşatmayacağım” mantığıyla hareket eden padişahlar, sultanların da cinlikleriyle daha bir cinayet sever olmuşlardır... Düşünün, padişah olan oğlunuz veya babanız sizi ve ailenizi tümüyle katlediyor... Ve siz bu korkuyla saraylarda yaşıyorsunuz... Padişahlık sırası size gelince, intikam hırsıyla bu sefer siz karşı tarafı... Ve aynı anda da karşı tarafı destekleyen kendi ailenizi öldürmeye başlıyorsunuz... Osmanlı işte böyle bir zaman diliminde yaşadı ve yaşattı... Ve çok büyük hatalar yaparak yok oldu gitti...

ABDÜLHAMİT, ÖZGÜRLÜKTEN VE DEMOKRASİDEN YANA OLAN GAZETECİ BAŞYAZAR ATATÜRK’Ü HAPSETTİRDİ... ÇÜNKÜ GAZETELER GÖRSEL OLARAK YASAKTI... HELE Kİ KARŞI MUHALİF OLMAK VE ÖZGÜRLÜK ADINA YAZILAN HER ŞEY YASAKTI... ÇÜNKÜ OSMANLI BU TÜR YAZILARDAN RAHATSIZ OLUYORDU... Atatürk 1904 yılında kurmay yüzbaşı olur. Bu da Harbiye’deki eğitim aldığı yıllara rastlar. Ama Atatürk’ün içi bir türlü rahat değildir. Çünkü ülke sorunları öylesine bozuk gelişmelerle devasa boyutlara yükseliyordu ki... Bunu sokaktaki insanlar rahatlıkla görüyordu... Kötü gidişi de anlıyordu... Her dönemde olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun yanlış politikalar uyguladığını herkes kabul ediyordu... Atatürk’ün Harbiyeli olduğu zamanlarda da halkımız, kötü giden iç ve dış meselelerin altında eziliyordu

Atatürk ve arkadaşları gizli bir grup kurdu. Adı da Vatan’dı. Vatan grubu, haftanın her Cuma günü derslerin dışında bir sınıfta toplanma kararı aldılar. Tabii bu toplantılara başkanlık eden Mustafa Kemal Atatürk’tür. Gazete ise, elle yazılmış kağıtlardan ibaret basit çalışmalardı. İşte elle yazarak çalıştıkları gazete nin başyazarı da Atatürk olmuştu. İşte bu yıllarda Atatürk ve arkadaşları, Batı’nın ilim ve bilimini keşfetmiş... Batılı gazete ve dergilerden edindiği bilgileri Vatan grubunda paylaşmış... Türk tarihini bu bilim ve ilim ile harmanlayarak Türkiye’nin nerede durduğuna karar vermeye çalışmışlardı. Atatürk ve arkadaşları ülke için çalışırlarken, gazete çalışmalarının Osmanlı Padişahlarına yönelik ciddi tehlike arz ettiğini öne süren padişah yalakaları ve jurnalciler, konuyu Sultan Abdülhamit’e ispiyonlamakta geç kalmadılar. Sonuç olarak Atatürk’ü Yıldız Sarayı’na sorgulamak üzere götürürler. Vatan grubunun lideri olan Atatürk o zamanlar 24 yaşında pırıl pırıl delikanlıdır. Ona “Mustafa Kemal tehlikeli” sıfatını eklerler ve zindana atarlar. Kızıl Zindan veya diğer adı olan Bekirağa Bölüğü’nde tek kişilik hücreye koyarlar. Bu zindan padişahın özel ve kişisel tutuklularına ayrılmış zindandır. Ali Rıza Paşa Atatürk ve arkadaşlarını savunurken, Zülüflü İsmail Paşa idamlarını ister. Sultan ise Beyrut’a ve Şam’a sürgün ettirir... İşte tam da burada Atatürk’ün o meşhur sözünü hatırlarız: “PEKALA, BİZ DE BU ÇÖLE GİDER, YENİ BİR DEVLET KURARIZ...”

BUGÜN NASIL Kİ KALEMİNİ DOĞRU KULLANAN GAZETELER İKTİDAR TARAFINDAN TEHDİT EDİLİYORSA... ATATÜRK DE BİR GAZETECİYDİ VE BAŞYAZARLIK YAPIYORDU... SULTAN ABDÜLHAMİT İSE ÜLKENİN EN ÇOK TOPRAK KAYBETTİREN KİŞİSİ OLMUŞTU... ÜLKE ÇÖKÜŞE GEÇMİŞTİ... Sultan Abdülhamit ülkesi için gittikçe tehlike olmuştu. Çünkü aldığı kararlar pek iç açıcı değildi. Tam 33 yıl bozuk yönettiği Osmanlı’ya epey toprak kaybettirmişti... O topraklar hangileriydi?.. Sıralayalım: GİRİT, SIRBİSTAN, TUNUS, KIBRIS, MISIR, BULGARİSTAN, ROMANYA, KARADAĞ, BATUM, BOSNA HERSEK, NİŞ, TESELYA VE ARDAHAN’ı kaybetmişti. Toplam olarak da 1 milyon 600 bin kilometrekare toprak Osmanlı’nın elinden uçup gitmişti. İşte Osmanlı’nın asıl devri Abdülhamit ile başlar. Hele ki Kıbrıs’ı satmasının bahanesi çok gülünçtür. Güya Osmanlı toprakları güneyden gelen herhangi bir askeri tehlikeye karşı Kıbrıs’ı İngilizlere 92 bin altına satan Sultan, Rusya’nın saldırılarına yönelik strateji dengeleyeyim derken, yanlış kararlarla toprakları tek tek elden çıkarıyordu. Kimileri sultanın bu kararını överken, bir de bunun üstüne Lozan Antlaşması’nı karalamaya çalışırken, 7 düvelin Osmanlı’ya saldırmasını... Boğazlara 150’den fazla düşman savaş gemilerinin demirlediğini... Yabancı generallerin gemiyle gelerek Galata Rıhtımı’na atıyla çıkarak İstiklal Caddesi’nde boy göstermelerini yazmazlar. Hatta yazamazlar. Tıpkı “Keşke Yunan İzmir’i alsaydı da hilafet devrilmeseydi” diyen cahil bir sorunlu kişinin dediğini eleştirmezler bile... İşte Atatürk bu ve bunun gibilerle savaştı ve ülkemizi kurtardı... Sultan Abdülhamit öyle masum roller oynayacak bir şey yapmadı. 33 yıllık yönetiminde Osmanlı’ya en ağır toprak kaybetme darbesini yaşattı. Lozan’da Batılıları masada tuş eden Atatürk ve İnönü’yü sırf kötülemek için Kıbrıs olayını Lozan’a harmanlayanlar, 5 milyon kese mecidiye altınını borç alarak, sırf zevkleri ve sefaları için Dolmabahçe Sarayı’nı ve Yıldız Köşkü’nü nasıl yaptıklarını anlatamazlar, yazamazlar... Üstelik Osmanlı askerlerinin paralarının bu yüzden ödenemediğini... Büyük çöküşün üstüne bunların nasıl eklendiğini hiç mi hiç yazmazlar. Yazamazlar. Tarihi çarpıtarak Osmanlı’yı övmeye çalışırlar... Ama Atatürk’ün 7 düveli perişan ettiğini yazmazlar, yazamazlar. İşte Türk ulusu bu gibi tarihini bilmeyenlerle yaşıyor... Ama artık tarihini bilen bir nesil geliyor... Bunu kimse unutturamayacak. Çünkü Osmanlı’daki çöküşün aynısını bugün yaşatan iktidar, ekonomi olarak ülkeyi perişan etmiş, hayat pahalılığıyla insanları mahvetmiş... Halâ “Ben her şeyi biliyorum” mantığıyla çöküşü hızlandırmaya devam ettirmiştir. Bugünkü durum, Atatürk’ün gazetecilik dönemine ne kadar benziyor, değil mi?