Yeni yıla girerken eski İstanbulumu bana kim geri verecek?

Yeni yıla girerken eski İstanbulumu bana kim geri verecek?

Ökkeş Ağaoğlu

KİM ne derse dsin Türk milleti eski günlerini arıyor... Neden aramasın ki!.. Bakar mısınız şu son 20 yıllık yanlış siyasete ve gündemdeki yanlışlara karşı muhalefetin yaptığı mücadelelere... Geçmişte kendini bir şey sanan sözüm ona bir zat-ı muhterem, meydanlara çıkıyor ve aynen şu açıklamaları yapabiliyor: “İki sene içinde Kuzey Irak referandum ile Türkiye'ye katılma kararı alacak" dedikten birkaç ay sonra, "Bekle Barzani denen ahlaksız, geliyoruz... Çok beklemeyeceksin...” Bir diğeri, “Cumhuriyet babanızın malı mı?” diyebiliyordu... Sanki Türkiye babasının malıymış gibi... Tabii bu cesareti nereden alıyorlar dersiniz?.. Elbette ki sırf Atatürk’ü bu topraklarda yok etmek için emperyallere sıcak mesajlar göndermelerinde alıyorlar. Yani cesaretleri Amerikan politikasını benimsediklerinden kaynaklanıyor. Zaten bugün Suriye meselesi de bir Amerikan projesi değil miydi?.. Hatta bir hatırlatma yaparsak, Suriye sınırında bulunan 617 bin mayının temizlenmesiyle ilgili bir olay yaratılmamış mıydı?.. Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak sınırlarını kapsayan ve tam 350 metre eninde olan toprak arazisinin 510 kilometre uzunluğunda bulunan binlerce mayın temizlenmesi olayı Türkiye’nin başını oldukça ağrıtmamış mıydı?.. Bu mayınlar 617 bin adeti bulmakta. Tabii bu işi sarılmalarının asıl amacı ise, Meclis’te 2003 yılında kabul edilen Ottawa Sözleşmesi’ne göre tüm mayınların 2014 sonuna kadar temizlenmesi öngörülmesinde yatıyordu. İşte bu nedenler ve emperyal tezgahları hissedemeyen beyinler, Türkiye üzerinde oynanan oyunları görememekteydi. Hatta mayınların temizlenmesi işinin İsrail’e verilmesinin kuşkusu ise halkımızı oldukça rahatsız ediyordu. Sonuç olarak da bugün Suriye meselesi hortlatıldı.

BUGÜN SURİYELİLER TOPRAKLARIMIZDALAR AMA MİLLETİMİZ DE SOKAKLARDA AÇ VE SUSUZ KALMAKTALAR... BUNUN SEBEBİ, SURİYE YIKILSIN AMA BU ARADA ATATÜRK CUMHURİYETİ DE YIKILSIN UĞRAŞLARI VAR... AMA RUSYA BU PLANLARI BOZUYORDU...

Herkes iyi biliyor ki hükümet, Atatürk’ten ve İnönü’den zerre kadar hoşlaşmıyor. Hatta bir keresinde “Sağır İsmet” açıklamalarıyla İsmet İnönü’yü aşağılamaları ne kadar acı veriyor insana... Öyle değil mi?.. Düşünün 4. Kolordu, 20. Kolordu, 3. Kolordu Batı Cephesi, Kuzey Kesimi Batı Cephesi komutanlıkları yapmış... Ülkeyi bugünkü refah düzeye getirilmesinde büyük rol oynamış savaş kahramanı İnönü’ye saldırmak bazılarınca huy edinilmişti. Ve bugünkü fakirliğin ve sefaletin sorumlusu olarak neredeyse Atatürk’ü ve İnönü’yü hedef göstereceklerdi. Oysa harcanan onca ABD doları, Türk Lirası ve Avrupa Euro’su hiç hesaba katılmıyordu. Daha doğrusu millet uyutuluyordu. Aslında bundan bundan birkaç sene öncesine bakarsanız, Ankara’daki saray için 5 milyar lira... İstanbul’daki saray için 300 milyon lira... Saltanat uçakları için 1.5 milyar lira... Aynı şekilde makam arabaları için 15 milyon lira... Sarayın masrafı için 252 milyon lira... VE örtülü ödenek harcaması için de 7.1 milyar lira harcanmıştı. Bunu biz değil, o dönemin (yani 2009 - 2015 yılları arasında Maliye Bakanı olarak görev yapmış) Mehmet Şimşek söylüyordu. Ve bu yüzden olağanüstü bir bütçe açığı sırıtmaya başlamıştı (Ki, hemen bir suçlu buldular. Bu bütçe açığını emeklilerin yarattığını söylemeye başladılar. Üstelik bu rakamlar o zamanki dönemin rakamlarını oluşturuyordu. Bugünü hesaba katmıyoruz bile....) Oysa herkes iyi biliyordu ki böyle bir şeyin olmadığını... Bugün de aynı şekilde bütçeden Suriyelilere milyarlarca dolar gidiyor. Bir keresinde “30 milyar dolar harcadık” diyerek Suriyelileri kendilerine çekmek istemediler mi?.. Hatta dönemin Maliye Bakanı Şimşek de makam arabalarına gelen eleştirilere karşı, “Bunlar çerez parası” diyerek durumu basitleştirerek milletle dalga geçmedi mi?.. Onun için Suriyeliler bir an önce kendi topraklarına dönmeliler. O harcanan 30 milyar dolar Türk milletinin refahı için harcansaydı, bugün ne pandemi, işsizlik ve ne de enflasyon Türkiye’yi köşeye sıkıştırabilirdi. Ama kafalarda Atatürk’e karşı biat kültürünü getirmek olunca, yapılan bütün hataların maddi kaybını Türk milleti ödüyor. Zaten sokaklarda ve caddelerde günün yorumunu yapan halkımızın, "Artık Türkiye ekonomisi bitmiştir" açıklamalarıyla gündemi değerlendirmelerine çok rastlamaya başlamadık mı?.. Aç ve susuz kalan milletimizin büyük çoğunluğu maaşlardaki iyileştirmelerle susturulmuşsa, bunun yetersiz kalacağını birkaç ay sonra anlamış olacaklar.. Bu konuda DİSK en cesur eylemini yapmış oldu. Tebrik etmekten başka ne yapılabilir?..

NE ESKİ TÜRKİYE’Yİ ŞAHLANDIRACAK BİR MALİ EKONOMİ POLİTİKASI VAR... NE DE TÜRK MİLLETİNİ ŞAHLANDIRACAK ZEKİ VE EKONOMİK KAYNAKLAR VAR... HER ŞEY SATILDI... GERİYE, ESKİ RESİMLERE BAKARAK NOSTALJİ YAPMAMIZ BIRAKILDI...

Eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, “Ne banka bırakacağız... Ne fabrika... Ne de İşletme... Liman da bırakmayacağız... Hepsini satacağız... Stratejik bölgeymiş falan hiç önemli değil... Önemil olan müşteri bulmak... Parayı veren düdüğü çalar... BABALAR GİBİ HER ŞEYİ SATACAĞIZ” demişti. Bunu derken de Türkiye Cumhuriyeti’ne olan kinini kusuyordu. 2002 ile 2008 arası yaptığı dönemlerde sıkıntıların ve ekonomide çöküşün mimarlığını yapmıştı. Yapılan genel ve yerel seçimlerde, hatta Anayasa düzenlemelerinde “Evet” ile “Hayır” oylamaları arasında sıkıştırılan Türk halkının bazı saf ve temiz halkımız, din öğretileri arasında saf tutturularak “Evet”çi hale getirildiler. “Hayır” diyenler Cumhuriyetin ayakta durması için çaba gösterenlerdi. Ama “Evet”çiler hem dini ve hem de siyasi yönden ayakta uyutularak “Evet çıkacak ve terör bitecek” uydurmalarıyla koltuk sevdası sürdürüldü. Bugünkü fakirliğe kadar gelen hükümetin icraatlarının hiçbiri ülke adına atılmış adımlar değildi. Her şey mutlu bir azınlık için hazırlanmıştı. Sonuçta da çok aşırı fakirleşme son sürat devam ederken... Aynı eş zamanlarda milyonerler mantar gibi çoğalıyordu. Sonuç olarak da ABD dolarının yükselişine dur diyemeyen bir ekonomisiz politikanın esiri oluverdik. Merkez Bankası başkanlarının özgürce müdahale veya destek politikası işletilmezken, yabancı yatırımcıların bu sisteme onay vermemesi, bugün sistemsiz bir mali politikanın izlenmesine yol açtı. Eskiden hükümetler, 4. Ve 5. Beş Yıllık Planlar örneğinde olduğu gibi, Meclis’te tartışılıp güven oyu alırken... Bugün ne güven oylaması söz konusu... Ne de mali politikaların masaya yatırılması... Sadece yeni Maliye Bakanı’nın “Gözlerime bak, anlarsın doların durumunu” gülüşmeleriyle geçiştirilen çocukça bir ekonomi zihniyetiyle yönetiliyoruz.

ESKİ GÜNLERİMİ BANA KİM VERECEK?.. ESKİ HAYATIMI VE ESKİ ANILARIMI YERİNDE VE ZAMANINDA YAŞAMA İMKANINI BANA KİM VERECEK?.. ESKİ TÜRKİYE’NİN O GÜZELİM FABRİKALARINI VE TARIMINI BANA KİM GERİ VERECEK?..

Bugün açlık ve sefalet kol geziyor... Asgari Ücret tartışmaları ve alınan kararlar her ne kadar iyi görünse de Beyaz Sendikaların hışmına uğrayan işçi sınıfının ayakta uyutulması devam ediyor... Ama DİSK Genel Başkanı’nın bin 100 lira gibi bir artışı daha Asgari Ücret’e eklenmesi için yaptığı çabaları bugün anlayamayanlar, yarın öbür gün çok iyi anlayacaklar. Daha doğrusu DİSK’in demesi şuydu: “Bugünkü Asgari Ücretin artış formülü birkaç ay sonra enflasyona yenik düşecek. Ve tekrar maaşların azlığı altında ezilen işçilerimiz olacak. Oysa bin 100 lira gibi bir artış daha öngörülmüş olsaydı, yarın veya öbür günü rahatlıkla atlatacak mali bir rahatlığa kavuşulmuş olacaktı...” Bunları masaya yatırılırken, hemen aklımıza eski İstanbul geliverdi. Neydi o eski günler... Neydi o eski mahallelerimiz... Neydi o babalarımızın muhteşem direnişi... Hele ki “Baban mı var, sırtın sağlamdır. Çünkü baba demek, sırtını yaslayacağın ve hiçbir zaman sarsılmayan bir dağ demektir” benzetmelerini canlı canlı yaşamıştık. Bu eski güven veren babalarımızın günlerini bana kim geri verecek?.. Eskiden mahalle komşularıımız, kızlı erkekli gençler, anne ve babalar hep beraber sahillerde yürüyüş yapardık... Hem de gecenin en ilerleyen saatleri olan 02.00 – 03.00’e kadar... Bugün ise istersen bikaç kişi ol, o saatte o yerlerde yürüyüş bile yapamazsın. Çünkü ortalık güven vermiyor insanlara... Hele ki İstanbul’luya... Ayrıca o eski yoğurtçularımız... Troleybüsler... Lunaparklar... Yazlık sinemalar... Tiyatrolar... Bugün hiçbiri yok... Yok edildi... Ne olursa olsun o günlere dönmenin yolu Atatürk Cumhuriyeti’ni desteklemekten geçer... Yeni Türkiye’nin manzarası bugün öyle görünmese de, yarın mutlaka öyle olacak. Ve olmalı. Ben eski günlerimi istiyorum. Eski 1960'lı - 1970'li yıllarımı özledim. Çemberlitaş, Beyazıt, Nuruosmaniye, Babıali Yokuşu, Sultanahmet, Aksaray, Langa, Horhor, Yenikapı, Topkapı, Edirnekapı, Fatih, Çukurbostan, Eyüp, Laleli, Beyazıt Üniversitesi bahçesi ve kulesi (hatta kuleye serbestçe çıkışımız), Taksim, Küçükayasofya, Kadırga, Kocamustafapaşa, Çapa, Beyoğlu, Şişhane, Şişli ve esas İstanbul'u çevreleyen 1960'lı - 1970'li güzel ilçelerim... Hepsini özledim... Hele ki Troleybüslerimin resimlerini görünce, dedelerimizin, nenelerimizin ve babalarımızın yaşadığı günleri özledim... İstanbul'umu çok özledim. Bu özlem içinde herkesin yeni yılını kutluyorum... Ama her yeni yıl kutlamasında eski İstanbul'dan bir o kadar daha uzaklaştırıldığımızın bilincinde olmanın üzüntüsünü yaşıyorum.