Ökkeş Ağaoğlu
İŞÇİ sınıfının kaderi midir nedir?.. Ne zaman ki zam konusu gündeme gelecek, ya ülkede siyasi bir gelişmeler oluyor... Ya hükümet son kaderini ev oy tavanını buna bağlıyor... Ya siyaset üstü düşüncelerle politikaya tam sürat giriliyor... Ya da siyasi partiler arası düşüncelerde "Acaba nasıl bir rakamı telaffuz etmeliyim ki sonuca ulaşabileyim?" diyerek son derece politik kavramlarla Meclis'e takılma konusu hayata geçsin... Bunlar son derece ağır, aynı zamanda da basit kararlarla yola girmenin şifreleri... Ama asıl şifre çalışan sınıfın ne istediğini bulabilmekte... Gerçi herkes de biliyor ki çalışanlar doğru dürüst ve insan gibi bir yaşama geçebilmek için normalin üstü bir maaşı alabilmek... Tabii bu nasıl olacak?.. Elbette ki her şeyi siyasete alet etmeden olacak. Hatta olmalı... Yoksa her şeyi siyasete dökerek politika yapıldığını sananlar varsa, onlara şunu söylemeden geçemeyeceğiz: "Hayat bulayım derken, hayattan koparırsın insanları... Sonuçta sen de, partin de, insanlığa hizmeti değil, insani düşüncenin dışında hareket ederek tam anlamıyla hayatı felç etmenin taşlarını döşemiş olursun..." Ama bunu halâ savunanlar olduğu için, ne çalışan sınıf hayatlarından memnun... Ne patronlar, "Yeni vergilerle ve yeni zamlı maaşlarla üstlerine binen sigorta primlerinden ve tazminat ödemelerinden memnun"lar... Kısaca bu konuda karar alanlar sendikal faaliyetlerin peşine düşerek grev haklarını sonuna kadar kullanabilirler... Sonuçta bu Anayasal bir hak olmaktadır. Yani bu demokratik parlamenter sistemde olması gereken demokratik haklardan sadece biridir... Ama gelin görün ki bunu da yaptırmayan hükümet(ler), akıllarınca çalışanları susturarak ne haklarını savunabileceklerini, ne de patron - hükümet arasındaki gerginliği artırabilecek bir profesyonelliği yaratabilirler düşüncesiyle her şeyi yasaklamaya çalışır. Kim çalışır? Tabii ki hükümet(ler.) Neden? nedeni çok basit, hayır kurumlarına bir tabela asmadıkları kaldı garibim hükümetin... Yoksa onu da yapacaklar da şimdi onun sırası değil gibilerden bir tavır ve bir edayla hareket etmekteler... Yani komisyonları çalıştırarak hükümete yansıyacak ağır parasal yükü hafife indirmenin yolunu tutarlar. Sonuç mu? Elde var sıfır...
HİÇBİR İŞÇİ NE ALDIĞI PARADAN MEMNUN... NE DE ALINACAK YENİ VERGİ KANUNLARINDAN... ÇALIŞANLARI İLGİLENDİREN BİR TEK ŞEY VARDIR: İYİ MAAŞ VE İYİ YAŞAM... YOKSA MAAŞA VERİLECEK ZAMMIN KİME GİDECEĞİ?.. NİTELİĞİ... DÜŞÜNCELERE HİTAP EDEBİLECEĞİ BİR KAVRAMI DAHİ HÜKÜMET DÜŞÜNMEDİKTEN SONRA... NE YAPARSANIZ YAPIN HEPSİ BOŞ ŞEYLER... Bugüne kadar hükümet ile işveren sendikaları bir çelik gibi birbirlerine kaynamak için maaşın yoğunluğunu en aza indirmeye çalışmışlardır. Ne zaman ki sosyal hakları savunan bir hükümet gelirse başa, işte o zaman alınan zamlar... Verilen maaşlar ve yapılan çalışmalar yerini ve adresini bulmuş olur... Yok eğer bunlar yapılmıyorsa (Ki, hiçbir zaman yapılmadı), ne alınan maaşlar karın doyurabilir... Ne de yapılan zamlar kaliteli bir yaşamı çalışanlara bağışlamış olur... Tam tersi halk tabiriyle "Sürün Allah sürün" tekerlemesiyle hayatın içinden çakılmaz hale getirmiş olur... Onun içindir ki çalışan kısım ne sendika üyeliğinden çıkmak isterler... Ne de grev haklarını vermek isterler... Bu iki olay, işçi sınıfının kapı gibi dayanabileceği en demokratik haklar olarak durmakta... Ama asıl olan ise, yapılacak zammın insan gibi yaşamaya neden olması gereken bir rakamı telaffuz etmektir... Ne yazık ki hükümetler zamları yaparken büyük hatayı yapmaktalar.Nedir o büyük iki hata?.. Şunlardır 1) - Bir işçiye yapılacak zam oranı, o işçiyi rahatlatmalı... 2) - Yapılacak zamla birlikte bir işçi, sadece bir işçi olarak düşünülmemeli... Çünkü yapılacak her zam, o işçinin bir ailesi olduğunu... Çocukları olduğunu... Geçinebilecek iyi bir maaşla hayata tutunmayı başarmalarını düşünmektir... Yoksa bir işçiye zam verirken (Onu tek kişi olarak düşünmek) hatanın en büyüğüdür... Ve hükümetin bu hatadan sıyrılması için her işçinin bir ailesi olduğunu... Ve o ailenin en azından 4 kişiden oluştuğunu... Üstelik bir de kira ve fatura giderlerinin de olduğu unutmamalıdır... Evet, kavramlar arası düşüncelerin isabetsiz bir şekilde gidip gelmesi ne çalışanlara yarar... Ne de patronlara... Yarayacak bir tek yer vardır. O da boşlukta gezinen aklı evvellerin alacağı kararlardır...
ASGARİ ÜCRET İÇİN VERİLEN RAKAM YİNE DE İŞÇİ SINIFINA YETERLİ DEĞİLDİR... ÇÜNKÜ KİRALARIN FÜZE GİBİ FIRLADIĞI ŞU ZAMANDA 8 BİN 500 LİRA ZAM ORANI ÇOK GÜLÜNÇ KALMAKTADIR... ONUN İÇİN BU GÜLÜNÇ DURUŞTAN ÇIKMAK İÇİN İYİ MAAŞ ALARAK KALİTELİ BİR YAŞAMIN FİTİLİNİ ATEŞLEMİŞ OLMAK GEREKİR... AMA NERDEEEEEE?.. Asgari Ücret için verilen 8 bin 500 Lira pek de yeterli değildir ama her nedense işçiye verilen zam oranı hükümet tarafından bulunmaz Bursa kumaşı gibi algılatılmaktadır... Oysa ortaya atılan algı operasyonlarıyla verilen zammın gülünç olması öylesine eşitlik sağlıyor ki, işverenler sendikası ile işveren - patron ilişkisi birbirine daha da sarılıyor... Halbuki Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay'ın ilk başta verdiği 7 bin 785 liradan başlayan pazarlık payının büyük bir hata olduğunu düşünmüş olsak da, Türk-İş - Hükümet arasındaki alışverişin nasıl da birlikte alınmış bir karar olduğunu görüyoruz... Peki daha sonra ne oldu dersiniz?.. Daha sonra Türk-İş Genel Başkanı yaptığı yanlıştan bir an önce geri dönmek için ikinci bir rakamı açıklamış oldu... O rakam da 9 bin Türk Lirası'ydı... Ama gelin görün ki ilk gaf ile ikinci gaf da üzerine tuz biber olmuştu... Şimdi hem 9 bin TL rakamı telaffuz etmek... Hem şimdi verilen Asgari Ücret'in 8 bin 500 lira olması ne Türk-İş'in masayı terk etse dahi çalışanların haklarını aldığına dair bir olgu oluşturmakta... Ne de işçilerin patron ilişkisiyle her şeyin düzelebileceği konusunu masaya yatırabilmekte... Yani yeni zamlı Asgari Ücret'i herhangi bir patron ortaya çıkıp da, "Ben bu yüksek maaşı veremem... En iyisi mi ya onlarca işçiyi atmak zorundayım" diyerek ortaya çıkmamalı... Ya da "Tazminatlar konusunda ve vergi matrahlarının yüksekliği konusunda bize hükümetin yardım etmesi gerekir... Yoksa iş yerini kapatırım" diyerek tavır koymalarını engelleyici ekonomik rahatlığı hükümetler sağlamalıdır. Yoksa sen bu kadar verdin... Ben olsam o kadar vermem gibi laflarla süslü hayat tarzını ekonomiye yaslamak akıl kârı değildir... Çünkü Asgari Ücret'e yapılan zam iki ay içinde eriyecek ve yeni zamlarla erime noktası bir yıla 10 ay kala yokluk ve sefalet devam edecektir... Hele ki bu kadar ithal kafayla hayatı felç eden hükümet programı oldukça hayat içinden çıkılmaz hale gelmiştir. Sonuç mu?: Hükümetler her zaman kendini kurtarmak için maaşlarla birlikte yeni vergileri peşi sıra dizerler ve halka yansıtacağı "Her şeye zam politikası"yla da işçilere hayatı zindar ederler. Bizimki de o mesele... Ama asıl mesele, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin dar gelirliye, fakir fukaraya vermek bereket getirir" ifadesinin insanlara nasıl tepeden baktığını kanıtlayan... Hatta insanlara adeta sadaka dağıtan bir mesele haline getirmişti... O zaman tek kelimeyle şunu söylemek gerekir ki, "Madem ki verilecek zamlarla fakir fukaraya para vermek bereket..." O halde milleti fakir fukaralıktan çıkarın da görelim sizi... Öyle büyüme rakamlarıyla kandırmak çok kolay... Hele ki enflasyonun boynunu kırmak bir o kadar yanlışa bel bağlamaktır... Onun için fakir fukaraya "Sen fakirsin" diyemeyeceğiniz gibi... Aksine o insanları insanca yaşatacak da... iyi zamlarla hayatlarını cennete çevirecek de hükümet ve kabinedeki adamlarıdır... Yok eğer bunlar yapılmıyorsa (Ki, hiç yapıldığı görülmemiştir), gerisi hikaye... Anlayana...
var addthis_config = {"data_track_addressbar":true};