Ödül alan arkadaşların arasında çok kıymetli dostlarım da var. Bu yazdıklarımdan sakın onlar alınmasınlar... Çünkü benim açıklayacağım ve kaleme alacağım gerçeklerin onlarla hiçbir ilgisi yok. Çünkü onlar arı gibi çalışan arkadaşlarımız... Milliyet için bayağı efor sarf edenlerimiz... (Tabii bazı çürük elmalar da var... Onlara burada değinmeyeceğim...) Onların isimlerini dahi buraya almam. Bu bana ağır bir küfür olur...
Gelelim konumuza...
Hizmet Ödülünün adı nedir?...
Neye hizmet edildiğine bağlıdır, öyle değil mi?..
Oysa 1475'e tabi olan tüm çalışanlar bu hizmet ödülünü ikiye katlayacak kadar özverili çalışanlar değil midir?..
Hizmet Ödülünü almak için illa ki 212'li olmak mı gerekiyor?..
Eğer 212 olması gerekiyorsa, gerçek Burhan Felek Yarışması'na halktan insanlar neden katılıyor?..
Burada ne demek istedik?..
Nasıl ki Burhan Felek Yarışması halka açık olarak yapılıyorsa... Aynı şekilde Burhan Felek Hizmet Ödülü gazetede çalışanların hepsine verilmeli... Onların da bunda hakları var... Hatta haklarını dahi ödemek bir o kadar zordur...
Ayrıca...
212'ye tabi olanlara verilen bu ödülün adı Milliyet Hizmet Ödülü ise, aynı hizmeti ve aynı kaderi 212'ler gibi 1475'ler de Milliyet'e hizmet ederek yıllanmadılar mı?..
Sokağa çıkma yasaklarında...
OHAL'de çıkarılan baskı rejimlerinde...
Ve valiliğin verdiği iznin dışında kimsenin sokağa çıkmaması uyarılarının haricinde gazetelerin çalışanlarına verilen serbest kimlik kartlarıyla gazeteye erkenden gelip her şeyi hazırlayanlar onlar değil mi?
Yani 1475'ler değil mi?..
Yine buna rağmen Gazeteciler Cemiyeti "Bu ödüller sadece 212'lere verilmektedir" derse... O zaman neden Milliyet Yazıişleri kadrosunun dışında kimseye verilmeyecektir" diye bir açıklama yapmıyorsunuz?..
Hatta...
Gerçek emekçiler olan 1475'e tabi olanlar mesaileri bittiğinde evlerine gitmek için 1 saatten fazla servis aracını beklerlerken, tam da o anda karşılaştıkları vicdansızlıkları hiç Cemiyet çalışanları arasında empati yapanlar oldu mu acaba?
Mesela o vicdansızlığın sadece bir tanesini hatırlatmak isterim ki: ((Bir gün çalışanlar evlerine gitmek için servis aracı beklerlerken, gazetenin müdürlerinden birisinin (adı bende kalsın) evine bir saksı çiçeğin gitmesi için gazetenin servis arabasını tahsis etmesi hangi vicdana sığar?)).. Güya o çalışanların hakkını savunuyor... Ve onun adı da 212 olarak geçiyor... Sizce bu kişi Hizmet Ödülü'ne layık görülmüş müdür?.. (Belki de önceki zamanlarda bu ödül ona verilmiştir, kimbilir?)... Eğer Hizmet Ödülü almamış ise ve bugünkü duruma göre hizmet ödülüne layık olarak görülürse bu vicdanen doğru olur muydu?..
Elbette olmazdı...
Öyle değil mi?..
Daha bunun gibi birçok iğrenç durumlar...
Bu mu hizmet?..
Ama gazetenin esas mutfağında çalışan ve bel kemiği olan 1475'ler her zaman unutulur oldu... Tıpkı bugün Hizmet Ödülü adı altında unutuldukları gibi... Şu unutulmamalıdır ki, gerçek hizmeti veren 212'lerin olduğu kadar, onları zaman ve mekan olarak ikiye katlayan 1475'lerdir.
Neden mi?
212'ler durup dururken kafası eserse işi bir süreliğine bırakıp dışarı çıkar... Kafasını biraz dağıtıp moral almak için... Veya bir bira yudumlar ve geri gazeteye gelir... Oysa 1475'ler arı gibi işinin hakkını verirler. İşe başladıkları anda artık onlar dışarıyı unuturlar. Ne birası?.. Ne kafa dağıtması?.. Onlar (gazetenin kafası dağılmasın) diye işi toparlarlar... Hatta mesaileri verilmediği halde aynı disiplin ve aynı anne - baba terbiyesi ile çalışırlar...
Şimdi buradan sormak isterim: Bu hizmet ödüllerine diğer Tayyipçi yalaka takımı olan gazetecilere de verilse bu hoş olur mu?..
Örneğin:
1) - Ahmet Hakan'a...
2) - O ünlü Kabataş olayında kadının üstüne işeyenler diye yüzlerce makale yazan onlarca gazeteci kılıklı şerefsizlere...
3) - Bir ara solun kalesi olan Mehmet Barlas'a...
4) - Meclis'e girerek inadına Cumhuriyeti yıkmak için türbanlı Merve Kavakçı'yı destekleyen Nazlı Ilıcak'a...
5) - Köşe yazısının başlığını AKP diye yazdığında yine aynı makalesinin başına (yer darlığından dolayı böyle yazdım) diye Erdoğan'a o kısa notla özür dileyen Taha Akyol'a...
Hadi bunlara da Burhan Felek Hizmet Ödülünü verin...
Gazeteciler Cemiyeti bu soruya şu yanıtı verecektir: "Yandaş medya çalışanlarına bu ödülü vermiyoruz..."
İyi güzel de Atatürkçü Milliyet çalışanlarına bu ödülü vermemekle onları yandaş medyacıların yanına koymuş olmuyor musunuz?
Bu mu sizin gazetecilik anlayışınız?
Gazeteciler Cemiyeti olarak 1475'e tabi olarak çalışan gerçek gazetecileri Kunta Kinte gibi görüyorsunuz... Ve bu inadınız halâ devam ediyor...
YA MEHMET Y. YILMAZ DÖNEMİNE NE DEMELİ?.. O DÖNEMDEKİ YAPILAN HATALARIN KAHRAMANLARINA DA MI HİZMET ÖDÜLÜ VERİLECEK?..
Gazeteye genel yayın yönetmeni olarak atanan Mehmet Y. Yılmaz, hiç olmadık yerde (tıpkı bugün ilk 4 maddenin değiştirilmesi gibi) Milliyet'i Milliyet yapan spor sayfasının arka kapaktan çıkarılıp içeri alınmasıyla gazete tiraj kaybetmedi mi?.. Bu gazetenin binlerce tiraj kaybına sebep olan saçma sapan politikası değil miydi?.. Hatta (Milliyet arka sayfadan okunur) ününü böylelikle yıkıp geçen hatta yok eden bu zat-ı muhterem değil midir?.. Ayrıca iç sayfalarda çeşitli oyunlar oynayarak okuyucu kitlesinin aradığı ve her zaman alıştığı sayfanın artık yerinde olmadığını görmesi yapılan büyük bir hata değil mi?.. Gazetenin canına okumadılar mı?...
Ama buna ve bunun gibilere ödül verirsiniz... Çünkü 212'ler, öyle değil mi?..
Ayrıca uçurum gibi maaşlar eskilere göre katlanırken, yıllanmış şarap olan Milliyet'e can veren candaşların maaşları yerlerde sürünürken Mehmet Y. Yılmaz nedense bunları görmezden gelmekteydi... Çünkü kendi ekibiyle gelmişti ve kendi ekibini tanıyordu...
Hadi bu adama ve yanındaki yalakalara da Burhan Felek Hizmet Ödülü verin... Size de bu yakışır zaten...
Gazetenin tiraj kaybına neden olan bu kişi eleştiri alması gerekirken ne yazık ki suspus olunuyor...
Neden?..
Beşinci katta da ondan...
Öyle değil mi?..
Ya Ekonomi Servisi... Yalçın Doğan abinin Genel Yayın Yönetmenliği dönemde yeni atanan şahsiyetin birkaç gün sonra Sabah gazetesinden aldığı transfer ücretiyle anında yatay geçiş yaparak adresini kaydırması... Giderken de bir eyvallah bile dememesi... Yalçın Doğan abiyle bu olay yüzünden göz göze geldiğimizde ne demek istediğini ve içinden ne gibi fırtınalar koptuğunu çok iyi bildiğim anları misliyle yaşadım...
Hadi bu adama da, tam bir yalaka olan o transferci ekonomiciye de Burhan Felek Hizmet Ödülü verilsin...
Daha bunun gibi yüzlerce olayın şahidi ve yaşayanı olarak yapılan ödül programlarında bunun gerekli olup olmadığına karar verilmesini bekliyorum...
Bunların hepsini yaşayan kişi olarak gazetenin kimler tarafından yok edildiğini... Kimlerin balını böreğini yediğini..
Daha bunun gibi yüzlercesini sayabilirim. İşte bunların hepsi ibrikçi takımı... Tayyip'in abdest alsın diye başında bekleyen ibrikçileri gibi... Ama 1475'ler asla böyle hata yapmazlar... Çünkü onlar her zaman gazetenin çarkını döndüren muhteşem insanlar... Gazetenin bel kemiğidirler...
Ayrıca, transferleri de mert ve delikanlı gibidir... Giderlerken de derin üzüntü duyarak giderler... Gitmelerinin asıl sebebi ise, yıllardır hizmet verdikleri gazetelerinin kıymetlerini bilmeyişleri ve onları ucuza çalıştırmaları. Yeni yönetim Mehmet Y. Yılmaz ve ekibi ise maaşları ikiye katlıyor... Ve bu gerçekler görmezden geliniyor. Bazı arkadaşlarımın bana bu konuda şikayeti olduğunda konuyu rahmetli Doğan Heper abime açmıştım. Bana verdiği cevap aynen şu oldu: "Kim şikayetçi ise işten çıksın ve tekrar işe girsinler. O zaman maaşları yüksek alırlar." O zaman ben, "Peki istifa verip de tekrar işe girmek için başvurduklarında işe alacak mısın?" soruma aldığım cevap ise, "Onun orasını bilemem" olmuştur.
İşte gazetem böyle yıkıldı... Hem de bunu bilinçli olarak yaptılar...
AYDIN DOĞAN GAZETEYİ MAKAS KULLANAN GAZETE HALİNE GETİRDİ... VE HABERCİLİĞİ İKİNCİ PLANA İTEREK KUPON DAĞITMAYA BAŞLADI... VE BU HALKI KUPONZEDE YAPIVERDİ... SONUÇ MU? YOK OLUŞ OLDU...
Gazetecilikten anlamayan bir Aydın Doğan, kendini imparator zannederek ve büyük bir şımarıklıkla piyasada lider olmak için makas gazeteciliğine yöneldi...
Geçmişte Milliyet'in bir kutlamasında Halit Kıvanç aynen şunları söylemişti: "Milliyet ciddi bir haber gazetesidir... Öyle 30 kupona kap - kacak dağıtan bir gazete değildir" diyerek geceye renk katmıştı. Oysa sonraları bakıyoruz (Ki değil 30 kuponu vermeyi) kuponları kesmek için bedavadan makas vermeye başladı. İşte gazetecilikten anlamayan... Mahmutpaşa kafasında bir patronun yapacağı şeyler bunlardı.
Peki ama onun yanındaki 212 kadrosu buna neden müdahale etmez(ler?)..
Etmezler... Çünkü keyifleri yerindedir... Onlar ceblerine giren paraya bakarlar... İtiraz edenlerin arasında iki gazeteciyi bilirim ve bu gazeteciler hiçbir zaman duruşlarını ve kalıplarını değiştirmediler... Birisi Nail Güreli ve diğer Melih Aşık...
Tam da yeri gelmişken burada sormamız gerekmez mi?
Kimmiş "Burhan Felek Hizmet Ödüllerine layık olanlar?" diye....
Ayrıca 90'lı yıllarda Kemal Kınacı kasabı gazeteye getirildiğinde patron hemen apar topar yurt dışına kaçmadı mı?..
Niye kaçtı?..
Gazetelerden işten çıkarmalar olacak ve kendisine kimse gelmesin diye...
Ve gazete sendikasızlaştırılıp patron daha çok kâr kazanacak diye yapılan acımasız işler değil miydi o dönemler?..
İşte o dönemlerde Nail Abim Gazeteciler Sendikası'nın kapısında adeta nöbet tutuyordu. Hatta bizlerle sabahlıyordu... Melih Aşık ise hemen hemen her gün gazete çalışanlarının durumlarını yasalarla ve güncel olaylarla gündeme taşıyarak patrona karşı duruşunu sergiliyordu...
İşte şimdi burada sormak lazım: "Gazetemizde o kadar yazar çizer varken... Hatta 212'ye tabi olan gazeteci kıymetli arkadaşlarımız varken... Hangisinin Nail Abimin yanında durdu?.. Hangisinin itirazıyla patron kararından geri dönüş yaptı?.. Hiçbiri dönüş yapmadı... Hatta piyasada dahi yoktu... Gazete çalışanları kendi hallerine bırakılmıştı... Üstelik maaş faturalarında yapılan çeşitli oyunlarla adresler Antalya Kağıtçılık Firması etiketi altında çalışır gösterilerek veriliyordu. Bunu inceleyen... Bunları derleyip toplayıp topluca dava açarak Aydın Doğan'a para cezası gibi ağır kayıplar verdiremezler miydi?... Elbette olabilirdi... Her ne kadar patron lokavt kararı almış olsa da işçilerin önlerinde bir önderin olmayışı ile bugünkü gazetenin yıkılış tarihinin ilk adımlarının 90'lı yıllarda atılmış olduğunu görmemiz mümkün. Her nedense bir türlü aramızdan Lech Walesa çıkmadı. Çıksaydı bugün ne Tayyip gazeteleri tehdit edebilirdi... Ne de naylon gazeteciler kalemlerini satarak yüksek maaş alıp el-ense yapabilirdi. İşte bu da tüm gazetecilerin kadersizliği...
BURHAN FELEK SERT BİR ADAMDI. TÜKÜRDÜĞÜNÜ ASLA YALAMAZDI... BİR GÜN GAZETENİN KÖŞESİNDEKİ YAZISINDA TÜKÜRDÜĞÜNÜ YALAMADIĞINI KANITLAMIŞTI...
Burhan Amca (Bana amca demeni istiyorum demişti)... Sadece salı günleri gazeteye gelir, ikinci kattaki dış haberlerin yanında kendisine tahsis edilen odaya gelirdi. Gelmediği zamanlarda da aynı odayı 6 gün boyunca Altan Erbulak paylaşırdı... Ben de gazetedeyken Burhan amcanın sekreteri / çevirmeni Arif ağabeyim hazır bulunurdu... İşte o günlerde Burhan amcanın yanına çıkar, epey muhabbet ederdim... Kendisinin bana oldukça büyük öğütleri oldu... Ne zaman Burhan Felek Ödülleri denilse aklıma gelen o öğütleri hafızamda canlanır... Hele ki o eski Milliyet'in tadı - tuzu muhteşemdi. Gazeteye kim gelse, kapıdan içeriye rahatlıkla girer, yukarı çıkar ve yemeğini yerdi... Kimsenin içeri girmesine yasak konulmazdı. Bu Ali Naci Karacan'ın ve Abdi İpekçi'nin gazetecilik terbiyesi ve halkçılık anlayışıydı...
O yıllarda Burhan Amca özellikle pazar günleri Recebin Kahvesi adlı köşesinde yazdığı mizah yazıları ile de beğeni topladı. .Burhan Amca ağdalı olmayan çok sade bir dil kullanırdı. Yani her zaman şunu söylerdi: "Okumuş olarak yeni siyasi üsluplar icat edip halka bunları okutmaya çalışmayın... Her zaman halkın anlayacağı sade dili kullanın" derdi... Bir gün gazeteye gelmedi ve evden yazısını gönderdi. İşte o 12 Eylül dönemleri... Askeri idare başta... Kenan Evren ortalığı yıkıp geçiyordu... Ve Burhan Amca 12 Eylül'lü günlerde yazdığı makalesinin bir bölümünde aynen şunu yazmıştı:
"Hey Konsey üyeleri... (Yani Kenan Evren ve yanındaki kuvvet komutanlarına sesleniyor)... Çuvaldızın iğnesini halka değil, ilk önce kendi kıçınıza batırın" diye yazmıştı..
Tabii gazete birden huzursuz oldu... Yazıişlerinde derin bir sessizlik hakim oldu. Ve Doğan Heper, çevirmen Arif abiye, "Aman Arif bey, lütfen hocamızı arayın ve bu satırları hemen çeksin... Yoksa bizi de kapatırlar" demişti. O dönemlerde Tercüman gazetesi Konsey üyelerine sert yazılar yazdığı için süresiz kapatılmıştı.... Daha doğrusu gazetede haklı olarak bir huzursuzluk yaşanıyordu... Arif abi, Doğan Heper'e "Bu iki satırı çıkartmanızı istiyorlar" diyemem demişti... Sonuç olarak bana geldiler... "Yazısını sen yazdın, arada şu sert satırları çıkartsın" dediler... Burhan Amcanın eşi E. Kosta Felek'e ulaştım..
Ve Burhan Amcadan gelen cevap aynen şu olmuştu: "O satırlar aynen yayınlanacak... O gazeteyi ben kurdum, ben batırırım..."
Bu açıklamanın ardından Doğan Heper, "Evet beyler... 1 aylık tatile çıkabilliriz" demişti... Ama tabii bu işin espirisiydi... Çünkü Almanya baskısı ve yurt dışı baskılar yapıldığı için yine arı gibi çalışmalara devam edilecekti.
Mevzudan biraz ayrıldım ama bunları yazmasaydım ödülün gerçek anlamının ne olduğunu anlatamayacaktım... Şimdi bu kadar büyük savaşlar veriliyorken... Gazeteciliğin ayakta duruşunun kıymet-i harbiyesi Ankara'yı ve Genelkurmay'ı bu kadar rahatsız ediyorken... Bugün (arkadaşlarım sakın alınmasınlar) Yaşlılar Grubunun Doğum Gününü Kutlama Ödülü yarışmasına dönmesi pek acayip olmuyor mu?..
Hele ki gazetedeki bazı müdürlerin "Hat kaçmış. Eyvah gazete oralarda olmayacak" gibisinden hareketle 5. katta Aydın Doğan'a bunu iletmeleri ne kadar salaklık... Ne kadar aptallık... Oysa Hat kaçtı sözü gazetecilikte bir tabirdir. Bu tabir üzerinden gazetenin artık oraya gitmeyeceğini düşünerek ortalığı velveleye veren kişinin ağzının payını vermem de cabası olmuştur... Çünkü hat kaçar, kaçış sebebi önemli haberin gazeteye giriş saatiyle çakışmasıdır... Daha sonra özel olarak o bölgeye gazete yine gider... İşte bunlar 212'nin sözde nefer oluşunun bilinmeyen cahilliğini ortaya çıkaran gazetecilik mesleğinin kıvrak mesai saatleridir.
Dilerim şu Hizmet Ödülü adı altında verilen ödüller mantıklı bir şekilde tekrar düşünülür ve de "Hizmet verenlerin sadece 212 değil, 1475'lerin de olağanüstü çabalarıyla ortaya çıkan eserin adının gazete olduğu kabul edilir." Çünkü Milliyet'e hizmeti 212'lerin verdiği kadar 1475'ler de veriyordu... Burhan Amca bana şunu söylemişti. Ve bu sözünü her zaman aklımda tutarım: "Ökkeş evladım, gazeteye kapıdan girdiğin anda (hatta kim girerse girsin) herkes gazetecidir. Çünkü hepsinin o gazetede emeği vardır... Biri olmazsa veya birisi eksik girse o gazete yaralanır" demişti. Eeeeee asıl ödüle adını veren Burhan Amca bunu söylüyorsa, işin içine gazeteye emeği geçen herkesi bu ödülle layık olduğu düşünülmelidir. Yoksa bu tek taraflı bir gazetecilik olur ve bu da hiç hoş değildir.
SON OLARAK, Hizmet Ödülleri yandaş medyaya verilmemekte... İyi güzel de, Milliyet'te çalışan (eski) 1475'ler yandaş medyanın çalışanları değil ki... Asıl gazeteyi çıkaranlar... Makinanın içinde kaybolanlar... Adeta gazeteyi yutup her makina sesinde Milliyet'in geleceğine yönelik ağır düşüncelere ve kıymetli fikirlere sahip olanlar da onlar... Hep demez miyiz Milliyet bir okul... Milliyet'i Milliyet yapan o güzelim yıllar geri gelmez diye söylemiyor muyuz?..
Peki Hizmet Ödülü sırasında bu insanlar neden unutuluyor?..
O zaman ne yapılmalı?
Burhan Felek Hizmet Ödülü 1475'e tabi olanlara (Gerçek Milliyet Çalışanlarına) da verilmeli...
Eğer verilmeyecekse (Ki vermiyorsunuz). O zaman Gazeteciler Cemiyeti olarak yazılı bir açıklama yapın ve (Burhan Felek Hizmet Ödülleri sadece 212'ye tabi olan ve bilinen kişilere verilecektir) deyin... Hiç olmazsa bu konuda dik durun ve çalışan insanlara karşı sınıf farkı yapmayın... Çünkü bu size hiç yakışmıyor.