(1) GİRİŞ....
İlk başta şu açıklamayı yapmak istiyorum... Burhan Felek ile ilgili törenlere ve ödül yarışmalarına karşı değilim... Hatta daha da yoğun şekilde yapılmalı diye ısrar etmekteyim... Yani ödüle layık görünenlerin sayısı 10 kişi ise, bunu 100 kişiye çıkarmalarını isterim... Asıl mesele şudur: Ödüller elbette hakkıyla verilmeli... Ve bu bizim gibi herkes tarafından desteklenmeli... Destekleniyor da zaten... Ama ödül törenleri biraz sulandırılmışa benzemeye başlamadı mı?..
Halâ Burhan Felek Yarışması düzenli şekilde yapılıyor... Yapılmalı da... İyi güzel de Hizmet Ödülü adı altında yapılan ödül törenleri sadece 212'lere mi hitap etmeli?.. 1475'e üye olanlar (yani gazetelerin gerçek sahipleri ve gerçek beyin ustaları) bu tür ödüle neden layık görülmezler?.. Hani basın tarafsız olmalıydı?. 212'ler yeni kurulacak gazetelere beyin takımı olarak transfer oluyor ve yatay geçiş yaparak politikasına devam ediyor.. Ama basın çalışanları 1475'ler ise gazetelerinin çalışma temposunu artırarak, her gün aynı gücünü ve kuvvetini her bir arkadaşım bireysel olarak (Milliyet sevgisiyle) baskı makinesinin düzgün çalışmasına yoğunlaşıyor... Tüm bunların yanında teknik olarak karşılaştıkarı sorunlar yok muydu?.. Vardır elbet... Bazen de gazetenin sayılarının fazlalığı, hafta sonu eklerinin yetişmesi için yapılan muazzam vardiyalar... Bunlar tüm 212'ler tarafından düşünülmelidir... Çünkü ortaya sağlam bir kadronun çıkardığı muhteşem gazete meydana geliyor... Öyle değil mi?.. Akabinde gazete okurları dışarıdan binaya bakınca (Vay be, Milliyet gazetesi gerçekten bu binada çıkıyor değil mi?.. O güzelim insanlar bu binanın içinde değil mi?) diye (biraz da kıskanarak ve özenerek) birbirlerine sorarlarken... Binanın içine girildiğinde durumun hiç de öyle olmadığını rahatlıkla görebileceklerdi... Hele ki karşılaştığım bazı iğrenç olayları burada açıklamak istemiyorum. Eğer açıklarsam bazılarını yerin dibine sokarım... Gerçek basın eşitlik ve adalet çizgisinde çalışır... Kimseyi ikinci plana itmez... İtemez... İstemeye de hakkı yoktur.... Haklı olan kimse onun hakkını savunur... Bu kim olursa olsun.... Ama gelin görün ki Gazeteciler Cemiyeti, kendi bünyesinde çalışanlarına adeta sınıf farkı koyar gibi Burhan Felek Hizmet Ödülünü bir tek 212'ye tabi olanlara veriyor. Sizce bu Türk basınının (yani Gazeteciler Cemiyeti'nin) davranışı adaletli mi?.. Elbette değildir. Bu bize neyi hatırlatıyor? Tıpkı Namık Sevik ağabeyimin dediği gibi (Çalışanlar Kunta Kinte mi?..) dediğini hatırlatıyor... Hiç böyle adalet olur mu?.. Konu hizmet ise, 1475'ler de o hizmeti veriyor... Hem de fazlasıyla... Bu yazı bugüne kadar ödül alanlar ve ödüle layık olanları eleştirmek için değildir... Aksine ödüle layık görülen kıymetli kişilerdir... Hatta o ödülü fazlasıyla hak edenlerdir... Bu yazı, Gazeteciler Cemiyeti'ne olan eleştirimdir... ------------------------------------------- BURHAN FELEK HİZMET ÖDÜLLERİ... Daha düne kadar Burhan Felek Basın Ödülleri ile ilgili yarışmalar düzenlendiğinde ve ödüller dağıtıldığında sanki gazetemizin o güzel atmosferini yaşıyorduk... Nasıl mı yaşıyorduk?.. Tabii ki mesailerimizi dolu dolu yaşadığımız o güzel insanların ödüllerini aldıklarında eskiyi hatırlayarak... Ödül alanların tümüyle geçen güzel mesailerimizle... Acı - tatlı ne varsa güzel geçen o muhteşem zamanların içinde edindiğimiz tecrübelerimizle... Ve gazetemizin çizgisinin güzelliğini bozmak için ortaya atılan bazı yandaşların gazetemizi nasıl sırtından hançerlediğini de görmüştük... Bunlar gibi bazı bencillerin yaptığı yanlışlarına karşı gazetemizi savunarak duruşumuzu hiç bozmadık. Ama ne yaparsınız ki sizin bu çabalarınızı hiç görmeyen, sanki hiç yaşanmamış gibi... Sanki o gazetede birlikte yaşamamışsınız gibi bir tavır takınan bir Gazeteciler Cemiyeti'nin anlamsız politikasına şahit olduk.... Peki nedir bu şahitik derseniz? Açıklayalım... 1) Aydın Doğan'ın siyasi kimliğinin değersizliğini (tıpkı bugünkü AKP gibi) tekelci sermaye mantığıyla birkaç gazeteye ve televizyona sahip olarak Türk basınının dibini oymasına patron katındaki işverene yakın yazar - çizer kadrolarının tümünün sessiz kalması... 2) Yazar çizer takımlarının hiçbirinin yaralı parmağı ıslatmayarak her zaman siyasi yapının politik ve diplomatik becerisini en iyi şekilde uygulayarak çalışanların yanında sahte görünüm kazandıklarını sanmaları... 3) Kasap olarak tabir edilen Kemal Kınacı gibi ruhsuz ve işçi düşmanı bir adamı gazeteye getirmenin ahlaksız yapılaşmasını mümkün kılmaları... 4) Milliyet gibi solcu ve Atatürkçü gazetenin... Hatta sendikal faaliyetlerin öncüsü görünümünü kazanmış ve kazandırmış bir basın sektörünün Kemal Kınacı gibi bir adamı getirerek... Gazeteyi sendikasızlaştırmak için işçi kıyımı yapması bugünkü AKP mantığının aynısı değil miydi?.. Hatta daha da kötüsü değil miydi?.. 5) ...:Ve yazıişleri kadroları... Editörlerden tutun, aynı masada çalışma birimlerinin (ofis veya oda başlıkları ne olursa olsun) hepsinin gazeteyi toplam olarak temsil etmeleri gerekmez miydi?.. 6) Ama aralarından parmak sayısını geçmeyecek derecede birkaç yazar çizer çıkmıştı... Gerçi çıktı çıkmasına da yazıişlerinde emek veren kişiler de dahil Milliyet hem kanını, hem canını, hem çalışanlarını ve hem de dürüstlüğünü kaybetti. Patrona karşı gelen başta Melih Aşık, Nail Güreli ve Necati Doğru bildikleri yoldan hiç şaşmadılar... Bu üç yazar açık ve net şekilde yazılarında Aydın Doğan'ı karşılarına alarak kavgalarını verdiler. Hatta Gazeteciler Sendikası'nın makamını da adeta yol ettiler... 7) Peki tüm bunlara sebep kimdi?.. 8) Elbette Aydın Doğan... 9) Peki Aydın Doğan'ı durduracak güç kimdi?.. 10) Tabii ki Yazıişleri kaşesine sahip yazar çizer kadrosu ve ona destek olacak tüm birimler... Daha doğrusu tüm gazete... 11) O halde neden Kemal Kınacı geldiğinde bu yazar - çizer kadrosu ve ona bağlı yan kuruluşlar olan birimler sessizliğini bozmadılar?.. 12) Cevabı çok basit: Bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Hatta gazete önünde protesto ettiğimizde Aydın Doğan, protestocuları video kameraya aldırıyordu. Yani amaç kötü, niyet kötü, düşünce hepten kötüydü... 13) Hepimiz gibi ben de bu olaylara şahit olarak ve bu aynı mevzunun yeni binada yaşandığına tanık olarak Altan Öymen ağabeyime çıtlatmıştım... Kendisi çok üzülmüştü... Bir zaman sonra da genel yayın yönetmenin işine son veriyorlardı ve (Hep beraber kendisine destek olacağımız imasına karşılık olumlu cevap vermemişti... 14) Ayrıca... Her ay Genel Yayın Yönetmeni değişiyordu... Çünkü sebebi, göreve gelen yeni Genel Yayın Yönetmenleri solculuk zihniyetlerinin ağır bastığı çalışma temposunu seviyorlardı. Hatta yazıları da sola dayalı olduğu için bu Aydın Doğan vampirinin hoşuna gitmiyordu. Ve her sene Genel Yayın Yönetmeni değişmeye başladı. Hatta bir gün gece vakti, Yazıişlerine gelen telefonda Ertuğrul Özkök vardı.Adam öylesine kibirliydi ki, Milliyet'in manşetine karışacak kadar ileri gidiyor... (Havuz medya değil miyiz?) diyerek kendini üstün görme hastalığına kapılıyordu..Daha doğrusu Ertuğrul Özkök'te 20 yıllık genel yayın yönetmeni olmanın şımarıklığı vardı. 15) Peki şimdi ne oldu? Hiç ne olacak?.. Hürriyet gazetesi de Genel Yayın Yönetmenleri çöplüğüne dönüştü... Çünkü kafalarda sadece para - para - para olursa... Ve patronlar devlet ihalelerine girmeye çalışırsa işte o gazetede ne onur, ne şeref, ne haysiyet ve ne de dürüstlük kalır... Hatta öyle ki sokakta gezen ama bilgisayarı iyi kullanan çocuklar bugün gazeteci olarak etiket kullanır hale getirilirse... Yazıklar olsun o gazetenin düştüğü duruma... Zaten Turgut Özal bir zamanlar Aydın Doğan'a (İki gazete kalsın, gerisi kapansın) diye mesajlar vermiyor muydu? Aydın Doğan da buna peki diyecek kadar onursuzlaşmamış mıydı? ŞİMDİ GELELİM ASIL MESELEYE... Milliyet camiasında ister yazıişleri kadrosu olsun... İster yazar çizer takımı olsun... Kim meslekte yıllarını doldurmuş ise, ona ödül veriliyor. Peki bu ödüller neden sadece Yazıişleri kadrolarına veriliyor? Neden canını dişine takarak, hatta sabahlara kadar çalışarak... Hatta ve hatta olası bir sıkıyönetim olaylarında gazetenin çevresinde bulunan otellerde yatarak gazeteye gelip çalışarak mesailerini aslanlar gibi tamamlayanlara verilmiyor? Neden muhabirlerin olası bir ciddi hatalarını düzeltmek adına makine dairesinden tutun diğer servis birimlerine kadar büyük çalışmalar yaparak o hatalı satırı veya resmi atarak gazetemizin onurunu ve şerefini kurtaran kadrolar dışlanıyor? Ben söyleyeyim: Gazeteciler Cemiyeti kadrosu, kadroculuk yapıyor ve taraf tutuyor. Aksine o ödül töreninde bu gerçeklerin hiç olmazsa yüzde 10'u bile hatırlanarak ve dillendirilerek protesto edilebilirdi. Çünkü ödülün adı Makale Yarışması değildi... Ödülün adı Hizmet Ödülü idi... Ve bu hizmet ödülü o arkadaşlarımıza da layıkıyla verilmeliydi... O ödülü alan güzelim arkadaşlarım biraz olsun diğer çalıştıkları kadrolarda edindikleri muhteşem arkadaşları hiç olmazsa biraz akıllarına getirmeliydi... Eğer 1475'ler de hatırlansaydı ve ödüle layık görülselerdi, her çalışanın anıları Gazeteciler Cemiyeti'ne ders niteliği taşıyan anları kazandırırdı... En azından Gazeteciler Cemiyeti bu konuyu şöyle düşünmeli: Nasıl ki Burhan Felek adına diğer yarışmalar düzenleniyor ve herkes katılabiliyorsa... Aynı şekilde hizmet ödüllerine Milliyet çalışanları da katılabilmeli... Yani hatırlanabilmeli... Ve dillere düşen şu ((Gazetecilik Nankör Bir Meslektir)) kelimesi ortadan kaldırılmalı.. Ayrıca Milliyet'in canı olan çalışanlarının hizmetleri ((Burhan Felek Hizmet Ödülleri)) programında hatırlanmıyorsa kapatın o Gazeteciler Cemiyeti'ni... Hatta kendi aranızda çelik çomak oynayın, tavla oynayın.... KEŞKE YAZAR ÇİZERLER VE ÇALIŞANLAR DAHİL HERKES NAMIK SEVİK VE ERCÜMENT ERKUL GİBİ OLSA!.. Gazetemizin Spor Müdürü Namık Sevik ağabeyimiz, odasını hepimizle paylaşan çok değerli bir kişiydi... Hele ki maç günlerinde gazetenin tüm çalışanlarına odasını açar tıka-basa doldururdu... Hatta odasındaki gazetenin gençlerini süzerken hafif tebessüm ederek, mutlu olurdu... Kibirlilik asla yoktu... Konu tam da Namık Sevik'ten açılmışken gazetenin satışında yaptığı o muhteşem sözünü kimse unut(a)maz... Hatta unutturmaya da çalışamaz... Konu gereği gazete satışı dilden dile dolaştığında Namık Sevik ağabeyimiz Ercüment Karacan ile gazetenin merdivenlerinde karşılaştığında dayanamayarak şu ağır sözü söylemişti: "Patron, sen bizi Kunta Kinte gibi sattın.” Namık Sevik’in verdiği bu tepki Babıali gazeteciliğinde uzun yıllar unutulmayan bir cümle olmuştu. Çünkü bu satışın en çok etkisinde kalan da Namık Sevik’ti, gazetenin çalışanlarıyla birlikte satılmasını bir türlü kabullenemiyordu. Sevgili Yazıişleri Müdürüm Ercüment Erkul da gözünün önünde dönen dolapları görüyor ve tepkisi mutlaka oluyordu... Ve her zaman cesur adımlarıyla sessiz ama hatırlatıcı karşı gelişini Genel Yayın Yönetmenlerinden tutun, diğerlerine kadar kulaklarını çınlatıyordu... Örnek olarak bir gün üst kademe görevlisi bir şahsiyet Yazıişlerine bir girdi ki sormayın gitsin... Ve o havalı girişiyle masaya dönerek (acemi bir tavırla) "Kupon dağıtıyoruz. Bu makina niye dönmüyor?" dedi... Adam bayağı sinirli şekilde bağırıyordu adeta... Ercüment Erkul da, sakin ve ezici bir üslupla "Beyefendi biz burada gazete yapıyoruz. Kupon satmıyoruz... Sakin ol" dedi. Ve bu özel şahsiyet kıçına bakarak gerisin geriye gitti. Yani Ercüment Erkul'un duvarına ummadığı şekilde tosladı... İşte tıpkı Namık Sevik gibi gazetesine, ekibine sahip çıkmak buydu.. Daha doğrusu ekibini ve yaptığı işi kimsenin eleştirmesine müsaade bile etmedi... Tabii ilerleyen saatlerde Ercüment Erkul da eski Milliyet binasında Yazıişleri Servisi'ne gelen tüm Milliyet çalışanlarını güler yüzle karşılıyor... Ve bu güzelliği İkitelli binasında da devam ettiriyordu. Tıpkı Namık Sevik gibi tüm Milliyet çalışanlarını kucaklayan bir Ercüment Erkul vardı... Gazetesine, ekibine sahip çıkmak buydu... Gazeteciliği iyi bilen... Kadrosuna iyi sahip çıkan... Gazetenin tüm çalışanlarını seven böyle kişiler bir daha gelmez... ---------------------------------------------------------------- NOT: Yıllar önce bir gün (Burhan Felek Ödülü Yarışmasına) katılmak için, istenilen ve kaç sayfa olması gereken kurallara uyarak makalemi yazıp ilgili yere elimle teslim etmiştim. Ama ne yazık ki ödül töreni için yazdığım yarışma zarfımın daha ağzının bile açılmadığını... Ve zarfımı verdiğim kişinin çekmecesinde durduğunu gördüm. Tabii bu insanın içinde büyük bir yaradır. Ancak hem Yazıişlerinde çalıştığım halde öylesi bir yarışmaya katılamamak (katılmamı engellemek) kadar ahlaksız bir davranış olamazdı (Ki ben yıllarca Burhan Felek ile bizzat muhabbet etmiş... Eski Türkçe yazılarını yazmış... Onunla ilgili birçok anıları olan biri olarak) böylesi dışlanmanın acısını içimde sakladım. Bugün bunu ödül töreni olduğu için ve anılarımı tazelemek için açıkladım...Ayrıca ödüllerini alan arkadaşlarımın, samimi duygular içinde olduklarından da hiç şüphem yoktur... Ama bir de kafalarını biraz geriye çevirip o yaşanan güzelim yılların hatırına aldıkları ödülü eski Milliyet kadrosu arkadaşlarının adına aldıklarını açıklasalardı güzel olmaz mıydı?.. Çok şık olmaz mıydı?.. (DEVAMI İÇİN BEKLEYİN)